Yazı İşleri / Deren / On Sekiz


Sungur ailesinin uzak amcalarından olan patronumuz emekli olduktan sonra yerine, Sungur ailesinin uzak kuzenlerinden biri geldi.

Bu güzel haberi Endonezya'da almış, hemen bir video konferans düzenleyip hepimizle tanışmıştı. Gencecik yüzü ekranda görününce, abilerim ablalarım, diye lafa girecek ve konuşmanın sonu gelmeden ağlamaya başlayacak sandım. Neşe Abla daha sonra, yanılmak diye işte ben buna derim, diyecekti.

Elinde bir su şişesi tutuyor, kapağıyla oynayıp duruyor, arada bir su içiyor, kapakla oynamaya devam ediyordu. Su içmenin faydaları konusunda çok fazla uyarı almış olabileceğini düşündüm. Ya bu uyarıyı yanlış anlamıştı, ya da topluluk önünde konuşma derslerine pek iyi çalışmamıştı.

Lafı biraz fazla uzattıysa da en önemli şeyi, çalışma düzenimizde bir değişiklik olmayacağını yekten söylediği için, pazarlama hakkında ayaküstü ders kitabı yazmasını affettim. Bir ay kadar sonra, derginin yılbaşı partisi için o kadar güzel çikolatalar ve kuruyemişler gönderdi ki, bu sefer de, onlarla beraber ucuz köpüklü şaraplar göndermiş olmasını affettim.

İşte Barbaros'la tanıştığımız o yılbaşı partisinde de çizme giymiştim. O çizme, teyzemin, daha doğrusu annemin teyzesinin yılbaşı hediyesiydi.

Annem önce bana kızmış, “kaç yaşında kadın, utanmıyor musun ondan böyle pahalı bir hediyeyi kabul etmeye,” demişti.
Utanmıyordum; aksine, babamın arkadaşının dükkânından gayet uygun bir fiyata aldığımız için çok da memnundum ama, annem kızgınken vereceğim her cevabın, ondan sekip bana saplanacağını bildiğim için ses çıkarmadım.

Makbule Teyze'yi evinden almış, babamın arkadaşının dükkânına götürmüştüm.
Yalnız kendi üretimlerini değil, anlaşmalı oldukları ortopedik ürünleri de sattıklarını biliyordum. Amerika'yı yeniden keşfetmeye gerek olmadığını savunup, ortopedik markalarla anlaşma yoluna gitmek, Melih'in fikriydi. Ama hey gidi Melih, kendisiyle ilgili her güzel anıyı ve düşünceyi kokuttuktan sonra istifa etmiş, karısıyla iki çocuğunu alıp Kanada'ya yerleşmiş, bunu duyan annem, Kanada da onu bekliyordu, diyerek yapıcı bir eleştiride bulunmuştu.

Önce Gözde'yi aramıştım.
Telefonda, “ben şehir dışındayım ama arkadaşlara bilgi vereceğim, sizinle ilgilenirler,” dedi.

Daha dün anne babasının yanında misafirliğe geldikçe dolma kalemlerimle yazmak, koleksiyon bebeklerim ve arabalarımla oynamak için izin isteyen bacak kadar kızın gittiği, yerine, babasının işini idare eden bir patroniçe geldiği, sesinden ve kurduğu cümlelerden belli oluyordu. Daha telefonu kapamadan, onun gözünde, başarısızlık bayrağını çekmiş, doğru dürüst bir işi olmayan, kendi ailesini bile kuramamış, anne babasıyla yaşayan kayıp bir vaka olduğumu düşündüm.

Deneme koltuklarına oturduğumuzda büyük fincanda Türk kahvelerimiz geldi. Genç satış elemanları etrafımızda pervane olmuştu. Makbule Teyze denediklerinin bazılarını rahatsız buluyor, bazılarının modelinden hoşlanmıyordu.
“Gençliğimde her ayakkabı ayağıma olurdu, yeter ki numarası tutsun,” dedikten sonra, ayakkabı beğendirmeye çalışmaktan bıkmayan gençlere ve galiba hâlâ genç olduğumu sandığı için bana, “ne yapın edin, sakın yaşlanmayın,” diye sıkı sıkı tembih etti.
“Daha önce söyleseydin ya Makbule Teyze,” dedim.

O gün kendine üç çift ayakkabı beğendi.
Ne zaman istersen gene geliriz, demiştim ama, bir daha böyle giy çıkar uğraşamam, diye, rahat ve şık bulduğu modelleri almaya karar verdi.
Sonra da, daha önce gözüne kestirdiği anlaşılan çizmeyi işaret etti ve bana dönerek, “sen de şunu bir dene bakalım,” dedi.

Cam ayakkabı bile Külkedisi'nin ayağına bu kadar uymamıştı.

“Annem kızar, çizmeyi ben ödeyeyim,” dediysem de dinletemedim.
Eşek kadar oldun, hâlâ annenden mi korkuyorsun, demedi de, “kızarsa bana kızsın,” diyerek kestirip attı.


önceki / GERİ / sonraki