İnsandan çıkan hiçbir şey beni iğrendirmez. Burnunu ölüme çevirmiş bir gemide kendi hiçliğine doğru seyreden insanoğlundan mis kokulu dışkılar ve isabetli kararlar bekleyemeyiz, değil mi.
***
Zamanı geçmiş bir masa. Yenmiş bitmiş. Konukları kalkmış gitmiş. Bir iç dökme ya da iç dökmeye duyulan ihtiyaç. Tasarı halinde kalmış.
***
Dostça ayrıldık. O benle dost kaldı, ben kahırla, intizar ve intikamla.
***
İnsanlar benimle ilgilendi, beni dinledi ama sonunda bıktılar. Sonra benimle ilgilenen ve beni dinleyen yeni insanlar buldum ve onları da bıktırdım.
Bir Nankörün Hatıra Defteri
Bu bir itirafname değildir çünkü itiraf edecek bir şey yapmadım; pişman değilim. Sadece nankörüm. Ve bunu söylemek zorunda kalacak kadar da bezginim. Bana nankörlüğümü hatırlatan herkesten ve her şeyden bıktım.
***
Şişe arayan bir cindi; yeşil ve parlak, saydam ve şeffaf.
***
***
Bana güvenebilirsin.
Ama biliyorsun, güvenini boşa çıkarabilirim.
Ama biliyorum, güvenini boşa çıkarabileceğime inanmak istemiyorsun.
***
Gelir gelmez anlamaya çalıştım, acaba hoş mu gelmiştim.
***
Bu, dedim, kanatlarını çok geniş açmış bir mesele; beni gölgede bırakıyor.
***
Hülya Abla'nın ablası öyle güzelmiş ki evde kalmış, çünkü kimse iş buyuramayacağı bu kadar güzel bir kızı gelin almak istememiş.
***
Sigarayı tutan elinin sigarayı tutan iki parmağıyla ağaçların arasındaki hışırtıya ve esintiye doğru şekiller çizerek kapalı bir sistemde düzensizliğin artacağını anlatıyordu.
***
Taşın içindeki formu görüyorum ama ortaya çıkaramıyorum.
***
Birileri bizi düşünmektedir. Özlemekte ve hayalimizi kurmaktadır. Çünkü buna değeriz. Nedenini merak etmeyiz, düşlemeye layık olduğumuzu biliriz.
***
Zahmet oldu, dedi Erdem. Oysa adam zahmetten âzade görünüyordu. Zahmet adamın ilgi alanının dışında kalıyordu.
***
Babam kırmızı deri bir ceket giyerdi. Gerçek deri olsa içim yanmayacak. Araba döşemesi gibi bir kumaş. Öyle sakil, öyle düzenbaz bir ceket.
***
Kullanım kılavuzuna baktın mı, dedim. Baktım, dedi. Kaşlarımla, ne yazıyormuş, diye sordum. Kapağı kaldırırken tırnağınıza dikkat edin, yazıyor, dedi ve buruşturduğu suratı, aldın mı cevabını, diye ekledi.
***
Çağlayan Çınar kulüp başkanının ebediyete intikal ettiğini öğrendiğinde terasında misafirler için barbekü yapıyordu. Hava soğuktu. İçinde saçaklı ve kıvılcımlı bir umut çaktı; kulüp başkanlığına seçilmemesi için bir neden göremiyordu.
***
Eller sıkıldı, isimler, rütbeler, mevkiler havada uçuştu. Statüleri gereği her esprileri her zaman komik olan adamlar, astlarını ve kadınları güldürmeye koyuldu. Rahatlamıştım. Alışmıştım. Yerim burasıydı. Böyle yerlere aittim.
***
Pembeyle yazarsam belki aşk olur.
***
Hep, olay yerine vardığımda, diye başlayan bir cümle kurmak istemiştim ama olay yerine vardığımda bu isteğimi hatırlamayacak kadar telaşlıydım.
***
Eğer onu güldüren bir erkekse, hele ki briç ya da satranç oynayan, iyi yüzen, beyaz ve düzgün dişleri olan biriyse, eğer öyleyse, onu öldürmek daha zevkli olacaktı. İçimden, inşallah yeniden doğuş vardır, diye geçirdim. Böylece her doğuşunda onu bir kere daha öldürebilirdim.
***
Nasıl tutturduğuna bakarak dalgalı saçlarını dağıtmaya mı yoksa toplamaya mı çalıştığını anlamak mümkün değildi.
***
Kaçırdığım bir şeyler var. Beni çağırmadıkları bir parti veriyorlar. Sadece eğlenmediklerini, beni dışında tutmak istedikleri bir başarıyı kutladıklarını hissedebiliyorum.
***
Erdem'in içkiyle arasında hep seviyesiz bir birliktelik olmuştu. İlerleyen yıllarda içki Erdem'e rest çekti; şişede durduğu gibi durmayan bu sevgili, Erdem'i köşeye sıkıştırdı ve, ya evlenelim ya ayrılalım, diye tutturdu.
***
İkizlerin göğsüne, karışmasınlar diye isimlerinin baş harflerini yazmışlardı; C ve C.
***
Teyzemi aradım. Nasıl olduğumu sordu, yemeğim olup olmadığını sordu, yemeğe çağırdı, yatıya çağırdı, yazlığa çağırdı, kızına gidecekmiş, ona da çağırdı. Gelirim teyze, dedim.
***
Elimi yüzümü yıkamaya gittiğimde aynadaki aksimi tanıyamadım. Yüzüm aşağı doğru sarkmıştı; bir askıya ve bir ütüye ihtiyacı vardı.
***
Yabancı bir sahilde kıyıya çıkmak gibiydi. Soyunmuş, eşyalarımı kıyıda bırakmış, denize girmiştim. Çıktığımda eşyalarım oradaydı fakat sahil tamamen yabancıydı.
***
Bu çocuk hep cüssesinden fazla yer kaplamıştı; varlığı ile yaptıkları, düşündükleri, yaşadıkları arasında bir orantısızlık vardı.
***
Gülümsemenin ancak çok uzaktan akrabası olabilecek bir ses çıkardı.
***
Yedi kişi kurtuldu. Altı tanesi evine dönebildi. Evine dönenlerden birini varlık birini yokluk öldürdü. Birini uyuşturucu birini karısı öldürdü. Birini çok yemek birini açlık öldürdü. Tanrı onları gittikleri yerde rahat ettirsin.
***
Aynı kafayı yakalamak için aynı yemi takmış, aynı yerde beklemeye başlamıştım. Tık yoktu.
***
Poyraz, daha çok lodosa benziyor; sulu zırtlak, romantik bir oğlan. Hep yağışlı. Âdeta yoğuşmalı.
Ömer etçil bir adam; dana eti, kuzu eti, bizon eti ayırt etmez. Balık yemez, tavuğa da mesafeli davranır.
***
Her parti üç aşamalıdır; giriş, gelişme, kusuş.
***
"Senin gibileri iyi bilirim," dedi. Bıraktım, benim gibi başka birileri daha olduğunu düşünsün. Bıraktım, benim biricik olduğumu bilmeden yaşasın.
***
Tıp ilerliyor ama hastalıklar da ilerliyor ve malum, insanın yaşı da ilerliyor. Hayat geri çekiliyor ve işgal kuvvetleri ilerliyor.
***
Ona, neden, diye sormadık. Neden arkadan gelirdi; her şey olup bittikten sonra.
***
Ona katlanma konusundaki azmimizi bozuk para gibi harcadıkça Ogün'ün bize olan borcu kabarıyordu.
***
Kaçınılmaz olana doğru koşmaktan kaynaklanan bir vecd hali.
***
Başlangıçları sevmem. Bana sonlu olmayı hatırlatır. Sonlu olmak âciz olmayı hatırlatır. Âciz olmak da beni sinirlendirir.
***
Gözlerim artık eskisi gibi değil. Tabii ben de eskisi gibi değilim; eskidim. Zaman hep taze kalıyor ama insan eskiyor.
***
Yok Olma Numarası: İstediğim zaman yanımda olsan, istemediğimde yok olsan. Bunu yapabilir misin?
***
Doktor, siz bizim hastamız değilsiniz, diyor, siz bizim misafirimizsiniz. Onların hastası değiliz belki ama hastayız. Bağımsız hastayız.
***
Beni işaretledi: Önce altımı çizdi sonra üstümü; ağzımı açmama fırsat kalmadan beni karaladı, buluşturdu ve attı.
***
Beni ezmek istemiyordu ama ben ezilmeden yenildiğini anlayamayan kibirli bir tövbekârdım.
***
İnsanı rahatsız edecek derecede edilgendi ama bu edilgenlik onu aynı zamanda çekici biri yapıyordu.
***
Yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. Bela kabuğunu çatlatmış, dışarı çıkmak üzere fırsat kolluyordu.
***
"Işıkta sorun var," dedim. "Bırak ışığı, parmaklarını hissedebiliyor musun?" "Işıkta sorun var," dedim.
***
Yerliler ilerlemek istiyordu fakat biz daha fazla gidemeyecektik.
Benim olmadığım bir ortamda, beni hiç tanımayan birinin,
beni tanıyan birine beni sorduğunu düşünüyorum.
***
Bana güvenebilirsin.
Ama biliyorsun, güvenini boşa çıkarabilirim.
Ama biliyorum, güvenini boşa çıkarabileceğime inanmak istemiyorsun.
***
Gelir gelmez anlamaya çalıştım, acaba hoş mu gelmiştim.
***
Bu, dedim, kanatlarını çok geniş açmış bir mesele; beni gölgede bırakıyor.
***
Hülya Abla'nın ablası öyle güzelmiş ki evde kalmış, çünkü kimse iş buyuramayacağı bu kadar güzel bir kızı gelin almak istememiş.
***
Sigarayı tutan elinin sigarayı tutan iki parmağıyla ağaçların arasındaki hışırtıya ve esintiye doğru şekiller çizerek kapalı bir sistemde düzensizliğin artacağını anlatıyordu.
***
Taşın içindeki formu görüyorum ama ortaya çıkaramıyorum.
***
Birileri bizi düşünmektedir. Özlemekte ve hayalimizi kurmaktadır. Çünkü buna değeriz. Nedenini merak etmeyiz, düşlemeye layık olduğumuzu biliriz.
***
Şu kameraya mı konuşuyoruz?
(Başka kamera yok.)
Aynanın arkasından bizi seytettiklerini bilmediğini mi
sanıyorsun?
(Odada ayna yok.)
Akşam yemeği için beni 8'de evden alırsın.
(Evi yok.)
Parayı ödemeden mi gitmişim??? Ah, öyle şaşkınım ki...
(Şaşırtan indirimler)
***Parayı ödemeden mi gitmişim??? Ah, öyle şaşkınım ki...
(Şaşırtan indirimler)
Zahmet oldu, dedi Erdem. Oysa adam zahmetten âzade görünüyordu. Zahmet adamın ilgi alanının dışında kalıyordu.
***
Babam kırmızı deri bir ceket giyerdi. Gerçek deri olsa içim yanmayacak. Araba döşemesi gibi bir kumaş. Öyle sakil, öyle düzenbaz bir ceket.
***
Kullanım kılavuzuna baktın mı, dedim. Baktım, dedi. Kaşlarımla, ne yazıyormuş, diye sordum. Kapağı kaldırırken tırnağınıza dikkat edin, yazıyor, dedi ve buruşturduğu suratı, aldın mı cevabını, diye ekledi.
***
Çağlayan Çınar kulüp başkanının ebediyete intikal ettiğini öğrendiğinde terasında misafirler için barbekü yapıyordu. Hava soğuktu. İçinde saçaklı ve kıvılcımlı bir umut çaktı; kulüp başkanlığına seçilmemesi için bir neden göremiyordu.
***
Eller sıkıldı, isimler, rütbeler, mevkiler havada uçuştu. Statüleri gereği her esprileri her zaman komik olan adamlar, astlarını ve kadınları güldürmeye koyuldu. Rahatlamıştım. Alışmıştım. Yerim burasıydı. Böyle yerlere aittim.
***
Pembeyle yazarsam belki aşk olur.
***
Hep, olay yerine vardığımda, diye başlayan bir cümle kurmak istemiştim ama olay yerine vardığımda bu isteğimi hatırlamayacak kadar telaşlıydım.
***
Eğer onu güldüren bir erkekse, hele ki briç ya da satranç oynayan, iyi yüzen, beyaz ve düzgün dişleri olan biriyse, eğer öyleyse, onu öldürmek daha zevkli olacaktı. İçimden, inşallah yeniden doğuş vardır, diye geçirdim. Böylece her doğuşunda onu bir kere daha öldürebilirdim.
***
Nasıl tutturduğuna bakarak dalgalı saçlarını dağıtmaya mı yoksa toplamaya mı çalıştığını anlamak mümkün değildi.
***
Kaçırdığım bir şeyler var. Beni çağırmadıkları bir parti veriyorlar. Sadece eğlenmediklerini, beni dışında tutmak istedikleri bir başarıyı kutladıklarını hissedebiliyorum.
***
Erdem'in içkiyle arasında hep seviyesiz bir birliktelik olmuştu. İlerleyen yıllarda içki Erdem'e rest çekti; şişede durduğu gibi durmayan bu sevgili, Erdem'i köşeye sıkıştırdı ve, ya evlenelim ya ayrılalım, diye tutturdu.
***
İkizlerin göğsüne, karışmasınlar diye isimlerinin baş harflerini yazmışlardı; C ve C.
***
Teyzemi aradım. Nasıl olduğumu sordu, yemeğim olup olmadığını sordu, yemeğe çağırdı, yatıya çağırdı, yazlığa çağırdı, kızına gidecekmiş, ona da çağırdı. Gelirim teyze, dedim.
***
Elimi yüzümü yıkamaya gittiğimde aynadaki aksimi tanıyamadım. Yüzüm aşağı doğru sarkmıştı; bir askıya ve bir ütüye ihtiyacı vardı.
***
Yabancı bir sahilde kıyıya çıkmak gibiydi. Soyunmuş, eşyalarımı kıyıda bırakmış, denize girmiştim. Çıktığımda eşyalarım oradaydı fakat sahil tamamen yabancıydı.
***
Bu çocuk hep cüssesinden fazla yer kaplamıştı; varlığı ile yaptıkları, düşündükleri, yaşadıkları arasında bir orantısızlık vardı.
***
Gülümsemenin ancak çok uzaktan akrabası olabilecek bir ses çıkardı.
***
Yedi kişi kurtuldu. Altı tanesi evine dönebildi. Evine dönenlerden birini varlık birini yokluk öldürdü. Birini uyuşturucu birini karısı öldürdü. Birini çok yemek birini açlık öldürdü. Tanrı onları gittikleri yerde rahat ettirsin.
***
Aynı kafayı yakalamak için aynı yemi takmış, aynı yerde beklemeye başlamıştım. Tık yoktu.
***
Poyraz, daha çok lodosa benziyor; sulu zırtlak, romantik bir oğlan. Hep yağışlı. Âdeta yoğuşmalı.
Ömer etçil bir adam; dana eti, kuzu eti, bizon eti ayırt etmez. Balık yemez, tavuğa da mesafeli davranır.
***
Her parti üç aşamalıdır; giriş, gelişme, kusuş.
***
"Senin gibileri iyi bilirim," dedi. Bıraktım, benim gibi başka birileri daha olduğunu düşünsün. Bıraktım, benim biricik olduğumu bilmeden yaşasın.
***
Tıp ilerliyor ama hastalıklar da ilerliyor ve malum, insanın yaşı da ilerliyor. Hayat geri çekiliyor ve işgal kuvvetleri ilerliyor.
***
Ona, neden, diye sormadık. Neden arkadan gelirdi; her şey olup bittikten sonra.
***
Ona katlanma konusundaki azmimizi bozuk para gibi harcadıkça Ogün'ün bize olan borcu kabarıyordu.
***
Kaçınılmaz olana doğru koşmaktan kaynaklanan bir vecd hali.
***
Başlangıçları sevmem. Bana sonlu olmayı hatırlatır. Sonlu olmak âciz olmayı hatırlatır. Âciz olmak da beni sinirlendirir.
***
Gözlerim artık eskisi gibi değil. Tabii ben de eskisi gibi değilim; eskidim. Zaman hep taze kalıyor ama insan eskiyor.
***
Yok Olma Numarası: İstediğim zaman yanımda olsan, istemediğimde yok olsan. Bunu yapabilir misin?
***
Doktor, siz bizim hastamız değilsiniz, diyor, siz bizim misafirimizsiniz. Onların hastası değiliz belki ama hastayız. Bağımsız hastayız.
***
Beni işaretledi: Önce altımı çizdi sonra üstümü; ağzımı açmama fırsat kalmadan beni karaladı, buluşturdu ve attı.
***
Beni ezmek istemiyordu ama ben ezilmeden yenildiğini anlayamayan kibirli bir tövbekârdım.
***
İnsanı rahatsız edecek derecede edilgendi ama bu edilgenlik onu aynı zamanda çekici biri yapıyordu.
***
Yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. Bela kabuğunu çatlatmış, dışarı çıkmak üzere fırsat kolluyordu.
***
"Işıkta sorun var," dedim. "Bırak ışığı, parmaklarını hissedebiliyor musun?" "Işıkta sorun var," dedim.
***
Yerliler ilerlemek istiyordu fakat biz daha fazla gidemeyecektik.
***
Bu kadar sık kahkaha atmasını çok neşeli biri olmasına mı, yoksa beni çok aptal bulunmasına mı yormalıydım.
***
Tamam, Aptallık Ülkesi'nin toprakları geniş ve bereketliydi ama sınırları yok muydu?
***
Can sıkıntısı insana olmayacak şeyler yaptırıyor. Örneğin ben bir keresinde şiir yazmıştım. Ama o sırada âşıktım. Galiba biraz da sarhoştum.
***
Arsızlıkta ve yüzsüzlükte sınır tanımıyor. Yalan söylemekte âdeta bir marka. Öyle farklı bir aklı ve yeteneği var ki, başkalarının da akıllı ve yetenekli olabileceğini hep gözardı ediyor.
***
Bugün bir karar verdim, dedi Erdem. Bu çocukla işimiz vardı. Kural iki, dedim, asla karar verme. Kural bir neydi abi, dedi Erdem. Asla kararsız kalma, dedim.
***
Bu güzel kız da kim, dedi Meral. Sesinde küçük gördüğünü ve acıdığını belli eden bir merhamet vardı. Gençliğini ve güzelliğini affediyorum, diyordu, affediyorum, çünkü misafirimsin ve affedilmeyi hak edecek kadar genç ve güzelsin.
***
Aklıma bir şinik kekere mekereye dadanan boz ala boz başlı pis porsuk geldi.
***
Kusacağımı anlayınca aklıma ilk gelen şey mideme isyan etmek oldu. Bunca yıldır beraber yaşıyorduk ve birbirimize hep iyi davranmıştık; beni bu kritik anda yarı yolda bırakamazdı. Onu ne boş bırakmış ne fazla dondurmuştum. Ne ülser etmiştim ne gastrit. Bana bunu yapamazdı.
***
Gecenin büyüsü, diye bir şey vardı ve sanırım çoğu insanın uyuduğu bir zaman dilimini iyi kötü değerlendiriyor olmaktan kaynaklanıyordu. Erken kalkanlar o sırada uyuyor olanları küçümserdi ama geceleyin ayakta olanlar uyuyanları umursamazdı.
***
Kendi kendime, doğru mu duydum, dedim; duyduklarım doğru mu, değil de, doğru mu duydum?
***
Fazla düşünenlerin korteksleri jöleye, talamusları taze naneye, hipokampusları buzlu bademe dönmüştür; sinapsları aksonlar boyunca akan sıvı çikolata üretir. Beyinleri bir pastaneye dönüşür ve bütün yaptıkları o pastanede oturup beklemektir.
***
Kendi düşünce zincirimi koparmaktan yoruldum. Aklımda hiçbir yere gitmeyen kopuk teller var; kafamı salladıkça çıplak uçları birbirine dokunuyor ve kısa devre yapıyor. Bir konuşsam çok fena başım derde girecek.
***
Fareyi tutsun diye bir kedi aldım. Kedi evden kaçmasın diye bir köpek aldım. Köpek için efendi tuttum, efendi için darağacı yaptım, darağacına yağlı ip taktım.
***
Sen ittin
Ben gittim
***
Olgunlaşmak böyle bir şeymiş demek ki, dedi ağaçtan düşüp derhal çürümeye başlayan şeftali.
***
Bir şöyleyim bir böyle. Kendimi bağlayacak bir kazık arıyorum.
***
Fareyi tutsun diye bir kedi aldım. Kedi evden kaçmasın diye bir köpek aldım. Köpek için efendi tuttum, efendi için darağacı yaptım, darağacına yağlı ip taktım.
***
Sen ittin
Ben gittim
***
Olgunlaşmak böyle bir şeymiş demek ki, dedi ağaçtan düşüp derhal çürümeye başlayan şeftali.
***
Bir şöyleyim bir böyle. Kendimi bağlayacak bir kazık arıyorum.
***
Ne muhteşemdir o âcizlik. O kıyaslanamaz ölçek farkı. Çaresizlik yorganını serdiğinde altına girip dehşet uykusunu koklamak ne muhteşemdir.
***
Bir şeye takılıp tökezledim. Dönüp baktım, yerde küçük bir şey gördüm. Ne cüretle ayağıma takılmaya cesaret ediyordu. Sinirlendim. Üstüne bastım ve ezdim. İşte o, senin tek şansındı.
***