Kokteyl ve akşam yemeği için kazak, etek, çizme giydim ve üstüme başıma özen gösterdiğim belli olsun diye, aşağı inmeden önce fotoğrafımı çekip ta Norveç'e gönderdim; Neşe Abla otelcilerle beraber yemekteydi.
Gözlerime inanamıyorum, çizme mi o, diye yazdı.
- evet. ülke olan değil
- olsun, ben de saçıma fön çektirdim
- iki saat mi var aramızda
- bilmem, şu anda aynı salonda bile olabiliriz, yemek yerine
içki getirip duruyorlar, herkesi birine benzetmeye başladım
- norveççe iyi geceler nasıl yazılıyor
- sana da
Kazak, ceket, kumaş pantolon giymiş olan Barbaros da gayet şık görünüyordu ama şıklık konusundaki kişisel maceramız, salona iner inmez sona erdi; benden başka kimse çizme giymemişti.
Takım elbise ve ipek kravatlı erkekleri, makyajları da elbiseleri de parlayan kadınları görünce Barbaros'a döndüm ve, “iki taraftan biri olayı yanlış anlamış,” dedim.
Giriş tarafında oldukları için önce Olcay Bey ve Olcay Hanım'la selamlaşıp, kızları Melis'le tanıştık. Ona Olcay adını vermemekle tarihi bir fırsatı kaçırmışlardı.
Olcay Bey, “Melis sizin derginin okuruymuş,” dedi.
“Öyle mi, ne güzel,” dedim çünkü gerçekten de güzel bir
haberdi. “Bu kadar güzel bir okurumuzun olmasına ayrıca sevindim,” dedim.
“Yeni nesil artık hep güzel,” diye araya girdi Ayşegül
Hanım; yanımızda olduğunu bile fark etmemiştim.
“Doğru söylüyorsun,” dedi Olcay Hanım, “Melis'in
arkadaşlarına bakıyorum, hepsi manken gibi.”
İrfan da gelmiş, kaşla göz arasında zeytinyağcı Enver Bey ve şarapçı Raşit Bey'i tanıştırmıştı. Hiç anlayamadığım bir şekilde, herkes birbirini görmekten çok memnundu. Ben bile elimde olmadan herkese gülümsüyordum.
Ayşegül Hanım, “ne içersiniz,” diye sordu; bir yandan
terasta telefonla konuşan, kocası olduğunu tahmin ettiğim lacivert takım
elbiseli bir adamı göz hapsinde tutuyordu.
Bir cin-tonik istedim; Barbaros şarap içecekti.
Biraz daha gülümsedim ve gözüm aralardan Çetin Bey'i
tanıyıverdi. Arkadaşımı görmüş gibi sevinmiştim.
Kendimi, “eşinizle tanışabilecek miyiz,” diye sorarken
buldum. Çok garipti, çünkü Çetin Bey'in eşiyle bu kadar ilgilendiğimin farkında
değildim. Meğer kendisi Vahit Bey'in Genel Müdürü olunca karısı Deren'e gelmek
yerine İstanbul'da kalmayı tercih etmiş.
“Ben gidip geliyorum İstanbul'a,” dedi Çetin Bey.
“Çetin Abi iyi denizcidir,” dedi İrfan, “teknesiyle gidip
geliyor İstanbul'a.”
Tekne sahibi olmanın keyfine aklım hiç yatmadığı halde, “öyle
mi, ne güzel,” dedim, çünkü öyle denirdi.
Annemin bir arkadaşının, tekne sahibi sadece tekneyi aldığı
gün ve sattığı gün mutlu olurmuş, demesi aklıma gelmiş, iyice gülümsemiştim.
Gene aralardan, bu sefer Şirin'i gördüm ve gene bir sevinç duydum. Melek nasıl oldu, diye sormak istiyordum ve bunu Ayşegül Hanım'a duyurmadan yapmak istiyordum.
Fakat bu isteğimi ertelemek zorunda kaldım; Mavi Kulüp Başkanı Muzaffer Bey aramıza katılmıştı.