Bazı kasabalar yazlıkçılara bel bağlar, dört gözle mi desem, açgözlülükle mi desem, sezonu bekler, bütün güzelliklerini yazlıkçılara saklar, sezon dışı misafirlerine kartondan dekorlar gösterirdi. Sanayinin geçindirdiği kasabalar, maliyet hesabı yapmadan adım atmayan ve selam vermeyen sakinleri gibi kimsenin gözünün içine bakmadan hayatımızdan geçip giderdi. Gezegenin hafızasını oluşturan toprakların, yerin altında kalmış kat kat uygarlıkların, sayfa sayfa tarihin üstüne kurulmuş bazı kasabalar, sırrını fısıldayacakmış gibi insana sokulurdu. Deren gibi bazı kasabalarsa herkese gülümser, her köşe başından başka bir gamzesini gösterirdi.
Aslında Barbaros, Olcay Bey'in balık konservesi fabrikasıyla pek ilgilenmiyordu ve buradaki pek ilgilenmemek, hiç ilgilenmemek anlamındaydı. Ama adamlar bu kadar plan program yaptığı için mızıkçılık etmeden arabaya bindik ve İrfan'ın peşine takıldık. Olcay Bey bizimle geliyordu. Deren'in içinden geçerken bize sağı, solu, daha içeriyi, biraz arkayı, tam çaprazı işaret ederek yaşadığı yeri tanıtmaya çalıştı.
Eşiyle yürüyüş yaptığı yolları, kızının mezun olduğu ilkokulu, kuyumcular çarşısını, Çınarlık denen ve büyük bir çınar ağacının etrafında kurulan mahalleyi, pazar kahvaltısı için poğaça ve börek aldıkları pastaneye giden sapağı, kayınbiraderinin beyaz eşya dükkânına giden sapağı, kedileri, tavşanları, kuşları, balıkları ölünce bahçesine gömdükleri eski evlerine giden sapağı gösterdi.
Bir yandan binaların arasından görünen binalara, sapaklardan görünen ara sokaklara bakıyor, trafik ışıklarında beklerken, diğer araçların ve dükkânların içini görmeye çalışıyordum.
Şu kaldırımda, ödevini yapmayı unutan ve bunun dünyanın sonu olduğunu düşünen bir çocuk yürümüştü. Dünyanın sonunun gelmesini dileyecek kadar mutsuz insanlar yürümüştü. Sekiz milyar yıl sonra dünyanın sonunun geleceğini bilen birileri yürümüştü. Mutluluktan, dünyanın sonunu bile umursamayan çocuklar, gençler, yaşlılar, şu kaldırımdan yürümüştü.
Hepsinin yanından geçip gittik.