Deniz Reis Restaurant’a oturduk.
Denize doğru uzanmış küçük bir burundan, Deren’in kıyı
şeridini, Marmara Denizi’ni, boncuk gibi tekneleri seyredebiliyorduk.
“Burası o kadar güzel ki Barbaros şimdi böyle bir restoran
açmak isteyecek,” dedim.
Herkes kibar kibar güldü.
Buranın sahibi ve Mavi Kulüp üyesi Öner Bey, eşi Zehra Hanım, İrfan'ın eşi Şirin, o sırada henüz tanışmadığımız Mavi Kulüp başkanı Muzaffer Çivitgil'in eşi Ayşegül Hanım, yemekten sonra gezeceğimiz sardalye konservesi fabrikasının sahibi ve tabii ki Mavi Kulüp üyesi Olcay Bey ve eşi Olcay Hanım yemekte bize katılmıştı.
Öner Bey, her türlü deniz ürününden azar azar olmak üzere özel bir servis hazırlamıştı. Yemekte, gene Mavi Kulüp üyelerinden Enver Bey'in zeytinyağını ve Raşit Bey’in şaraplarını tadacaktık. Bizi ağırlamak için bayağı özen gösterdiklerini düşündüm.
O sırada Barbaros bana bir, hapı yuttun, bakışı attı; bilemiyorum, belki de ayvayı yedin, bakışıydı. Deniz ürünlerini sevmiyordum ve şarap da midemin dostu değildi. Tabii ki bu bilgileri bir masa dolusu ev sahibiyle paylaşmayacaktım.
“Vallahi,” dedim, “önce İrfan sonra sizler, her türlü
inceliği düşünmüşsünüz; nasıl teşekkür etsek bilmiyorum.”
Ev sahiplerimiz iltifatımı ve teşekkürümü kibar bir alçak
gönüllülükte kabul ederken, garip bir şekilde İrfan’da gene aynı mesnetsiz
büyüklenmenin parladığını gördüm. Gözüm, karısının iskemlesinin arkasına attığı
eline takıldı, aynı anda kadınla göz göze geldik ve birbirimize gülümsedik; İrfan'dan
daha genç görünüyordu.
“Çok genç görünüyorsunuz ama kocaman kızınız varmış,” dedim,
“Allah bağışlasın.”
“Aman bir bıcır bıcır, bir tatlı ki görseniz,” dedi Ayşegül Hanım.
“Maşallah,” dedim, çünkü öyle denirdi.
“Bugün okula gitmedi. Ateşi var biraz, değil mi annesi,”
dedi Şirin’e, “Metin baktı mı?”
“Yok,” dedi Şirin, “ateş düşürücü verdim, yatıyor, Seyran da
başında.”
“Metin'e bir gösterseydiniz…”
“Ateş düşürücü verdim,” dedi Şirin tekrar, “akşama toparlar.”
“Hay Allah,” dedim, “bizim yüzümüzden kızı bıraktınız
geldiniz.”
“Ne olacak canım,” dedi Ayşegül Hanım, “Seyran başındaymış,
annesinden iyi bakar, değil mi Şirin?” Şirin'in arkasından, elini karısının
iskemlesine atmış olan İrfan'a döndü: “İrfan… Metin'i bir ara da eve gidip kıza
bir baksın.”
“Nesi var kızın?!” dedi İrfan hayretle.
“Yok bir şeyi,” dedi Şirin, “ateşi var gibiydi, okula gitmek
istemedi, ateş düşürücü verdim, dinlen, dedim.”
Ayşegül Hanım, “ara sen Metin'i,” diye üsteliyordu.
İrfan telefonundan bir numara çevirip ayağa kalktı ve rahat
konuşmak için masadan biraz uzaklaştı. Ayşegül Hanım arkasından hâlâ, “ara da
eve gidip kıza bir baksın,” diye seslenirken İrfan, “Metin… ne haber baba,”
diye konuşmaya başlamıştı.
Birden kendimi çok garip bir durumda buldum. Nereye
bakacağımı, kime sırıtacağımı şaşırmıştım.
“Doktorunuz herhalde,” dedim.
“Metin mi,” dedi Ayşegül Hanım, “aslında Metin, doktorumuzun
doktor oğlu; akşam baba oğul tanışacaksınız zaten.”
Her şeye Ayşegül Hanım cevap veriyordu. Şirin’i konuşturmayı
başaramamıştım. Israrla bakışlarını yakaladım ve, “İrfan sekiz yaşında demişti,
ilkokul üç mü oluyor,” dedim.
Şirin gülümseyerek onayladı. Belki başka şeyler de
söyleyecekti ama Ayşegül Hanım'ın bu ihtimale tahammülü yoktu.
“Kolej açtık Deren'e,” dedi, “izinleri, talepleri, inşaatı
falan Mavi Kulüp olarak hep biz yaptık, Melek'e yetiştirdik,” burada güldü ve
devam etti, “kolejde okuyor şimdi.”
“Öyle mi, ne güzel,” dedim, çünkü öyle denirdi.
“Bakalım,” dedi Ayşegül Hanım, “liseyi İstanbul'da okur
herhalde.”
İrfan gelip yerine oturmuş, Şirin’e de, başöğretmen Ayşegül Hanım'a da bilgi verme gereği duymadan, servis edilen şarap hakkındaki sohbete hemen dahil olmuştu. Yan gözle takip ettiğim kadarıyla Barbaros da Derenli işadamlarının yanında hiç yabancılık çekmiyordu.
Ayşegül Hanım Melek'in lise hayatı hakkındaki planlarını
anlatmaya devam etti. Şirin'in İstanbullu olduğunu, İrfan'la da ziraat fakültesinde
okurken İstanbul'da tanıştıklarını öğrendim.
Ayşegül Hanım, “Şirin, annemin yanında rahat edemeyiz, derse,
İrfan İstanbul'da bir ev açar, ne olacak, dört sene, göz açıp kapayıncaya kadar
geçer,” diye anlatıyordu.
Kendisi de Kadıköy Kız Lisesi'nde okumuştu.
“Öyle mi, ne güzel,” dedim, çünkü öyle denirdi.
Bir yandan da, Harvard'da hukuk okusaydı bu kadar gurur
duyar mıydı acaba, diye düşündüm.
O sırada ortalık hareketlendi.
Mavi Kulüp’ün en yaşlı üyesi ve İrfan'ın babası, aramıza
katılmıştı.