Herkesin Vahit Abi, dediği Abdülvahit Bey, yanından ayırmadığını öğreneceğimiz beyaz saçlı, kırçıl keçi sakallı ve evet, gerçekten de papyon takan Çetin Bey’le beraber gelmişti. Hepimiz ayaktaydık.
Barbaros ve bana hitaben, “efendim, bendeniz Abdülvahit Baki.
Atadan çiftçiyim. Çetin Beyefendi de çiçek yağı fabrikamın müdürüdür. Hoş
geldiniz, safalar getirdiniz, buyrun oturalım,” dedi.
Adamı görür görmez sevmiştim; kucaklayıp, bir gün de bize
gelin, demek istiyordum.
Oturur oturmaz ilk iş, “Muzaffer yok mu,” diye sordu.
“İşlerini ayarlayamadı Vahit Abi,” dedi Ayşegül Hanım;
çenesini sıkarak konuşmuştu. Misafirlerin yanında soracak soru muydu…
Bir an Vahit Bey, ne işiymiş bu, diyecek sandım ama kadın
kısmıyla ağız dalaşına girmeyi kendine yakıştıracak adam değildi.
Önüne koydular diye şarap içecek adam da değildi. Eliyle,
bir tek, işareti yapıp rakı istemesiyle beraber, ışıkhızıyla (saniyede
299.792,458 kilometre) önüne küçük bir tabakta, bir küçücük beyaz peynir,
küçücük bir de kavun yetiştirdiler.
Hep beraber bir kere daha hoş bulduk diye kadeh
kaldırmamızın ardından Vahit Bey Barbaros'a, mühendis adamsın, önünü arkasını
enine boyuna hesap etmeden değil bu adamların, eliyle masadakileri göstermişti,
hiç kimsenin lafıyla hiçbir işe girme, diye tembih etti. Sonra da sordu: “Nereden
senin emeklilik?”
Barbaros beyaz eşya sektöründe makine mühendisi olarak önce
Bursa'da, bir ara Prag'da, uzun yıllar Zürih'te, üretim ve tasarım uzmanı
olarak çalışmıştı.
“Meslek sahibi olmak başka şey,” dedi Vahit Bey, “hele ki
mesleğinin emeğiyle Avrupalarda ayakta durabilmek herkesin harcı değil. Güya
işadamı olmanın da okulu var ama…”
Elini öyle bir salladı ki, kimsenin onu işadamlığının meslek
olduğuna inandıramayacağını anladık.
“Oğlunuz da okumuş, meslek sahibi olmuş, ne mutlu,” dedim.
“Okudu, okudu,” dedi Vahit Bey.
Sesindeki notadan, bunun okumasından ne olur, anlamı
çıkarmıştım.
“Bizim Çetin de okullu işadamı,” dedi. İrfan'ı kastederek,
“bana çiçek yağı fabrikası kurdurdu, yanıma da bu okullu işadamını kattı,” diye
devam etti.
Gülümseyerek elini Çetin Bey’in omzuna koymuştu.
İrfan'ın onu bu işe sokmasından memnun olduğu, Çetin Bey'e
de güvendiği belli oluyordu.
Öner Bey ve Olcay Bey, kırpık kırpık cümlelerle paslaşarak
Vahit Bey'e takılmaya başladılar. Sen gübreleme ve ilaçlama konusunda da
İrfan'ın dediğine geleceksin, demeye getiriyorlardı Vahit Bey eliyle bir işaret
yaptı. Meğer, o kadar uzun değil, işaretiymiş.
Barbaros’la bana döndü: “Adama sormuşlar, babanın adı ne,
adam demiş Musaaaaaaaa; senin babanın adı ne, öbürü demiş benimki de Musa ama o
kadar uzun değil…”
Çoluk çocuktan tarla ekmeyi mi öğrenecekti… O kadar da uzun
değildi.