“Hoca sizin dergiye aboneydi,” diyen Erdem, bizi, eve sonradan eklenmiş bayağı, bayağı, bayağı büyük bir odaya soktu; içimden, tabii National Geographic’e de aboneydi, diye ekledim.
Duvarlardan biri, boydan boya camdı. Geri kalan iki tanesi kitap raflarıyla, oda kapısının olduğu duvar da çerçevelenmiş güvelerle kaplıydı.
Dev bir mikroskop ve tanımadığım bir sürü alet edevatla dolu
bir tezgâh, odanın her yerini doldurmuştu. Tezgâhın L yapan çıkıntısı, çalışma
masası yerine geçiyordu.
Kanepeyi işaret edip, “hoca burada kestiriyor muydu,” dedim.
Erdem hocanın insani özellikleri olabileceğini düşünmeme
içerlemişti; cevap vermeye gerek görmedi.
“Hoca güvelerin kanat açıklıklarına dayanan yeni bir
taksonomik düzenleme üzerinde çalışıyordu, dedi.
Melekleri kanat açıklıklarına göre sınıflayan kahraman hangi romandaydı, diye düşündüm.
Dünyanın dört bir yanından gelmiş ölü ya da diri güveler, larvalar, kozalar, yumurtalar, kavanozlara, kutulara, çekmecelere dizilmişti. Etrafa bakınırken kapı tıkladı. İçeri parfüm kokuları ve manken gibi bir kadın girdi.
Bizi, “hoş geldiniz,” diyerek selamladıktan sonra Erdem'e
döndü: “Kızları okuldan almaya gidiyorum, anneme bırakıp geleceğim,” dedi, “söyleyeceğin
bir şey var mı?”
“Geri gelmene gerek yok,” dedi Erdem.
Bir suskunluk oldu.
“Sen ne zaman gelirsin?”
“Ben burayı bırakamam,” dedi Erdem.
“Ben gelirim iki buçuk saatte,” dedi kadın.
Erdem bir kere daha, geri gelmene gerek yok, diyecek diye ödüm koptu.
Yapılan bir araştırmaya göre, karı koca arasındaki gerginliğin ortasında kalmak, en stresli beş durumdan biriydi; ya da bana öyle geliyordu.
O sırada Feryal içeri girdi.
Tabii ağlıyordu.
“Babam bir şeyler sipariş etmiş, kapıdalar; Erdem bir baksın,
diyor annem,” dedi.
Üçü birden çıktılar.
Arkalarından fısıldayarak, “Erdem Feryal'e âşık,” dedim, “Feryal
bunun buz gibi farkında ama bu topa asla girmez; gene de ne umut veriyor ne
kestirip atıyor.”
“Saçmalama,” dedi Neşe Abla, “görmedin mi, manken gibi kadın.
“Ben gördüm de,” dedim, “Erdem'in gönül gözü ne görüyor, mühim
olan o.”
Aynı anda Erdem aceleyle içeri girdi.
“Pardon,” dedi, “hocanın cüzdanını... sanki... nerede
görmüştüm... hah...”
Tezgâhta duran cüzdanı aldı, içinden kredi kartını çıkardı.
Odadan çıkmak üzere kapıya yönelmişti ki, “ben odanın birkaç fotoğrafını
çeksem,” dedi Neşe Abla.
“Tabii tabii,” dedi Erdem, “ben şunları... açayım... siz
ayarlarsınız...”
Çerçevelerin ve kütüphanenin aydınlatmasını, üç abajuru ve taban lambalarını açıp gitti.