Erdem bizi, hocanın çalışma odası diye, daracık, havasız, darmadağın bir odaya soktu; çalışmak şöyle dursun, insan burada bildiğini unuturdu.
“Buyrun,” dedi ve kapıyı kapadı; “hoca
sizin dergiye aboneydi.”
İçimden, tabii
National Geographic’e de aboneydi, diye ekledim.
Baş köşeye dev bir kanepe kurulmuştu. Kanepeye baktığımı
görünce Erdem'in gözleri doldu.
“Hoca yemekten sonra mutlaka kestirirdi,” dedi, “fazla değil,
yarım saat…”
“Ne kadar küçükmüş burası,” dedim.
Meğer bahçede laboratuvar olarak kullandığı bir atölye
varmış.
“Güvelerin embriyojenez sınıflaması üzerine çalışıyordu,”
dedi.
O sırada kapı açıldı.
Saçları fönlü, makyajı taze güzel bir kadın, Erdem'e doğru, “ben
annene gidip kızlara bir bakayım, bir buçuk saate dönerim,” dedi; içeri girmeden,
kapı aralığından konuşuyordu.
“Sen kızları alıp git,” dedi Erdem.
“Yok canım, beraber döneriz.”
“Ben burayı bırakamam.”
“Tamam işte, akşam beraber döneriz.”
“Akşam annemde kalacağım ben.”
“Yarın kızların okulu var Erdem.”
“Kızların okulu olduğunu ben de biliyorum,” dedi Erdem, “o
yüzden, siz gidin, diyorum.”
Yapılan bir araştırmaya göre, evli çiftlerin %90'dan fazlası başkalarının önünde tartışmaktan rahatsız olmuyordu; ya da bana öyle geliyordu.
O sırada odanın dışında bir hareketlenme oldu. Erdem'in karısı aralık kapıdan önce arkasına döndü, sonra Feryal’e yol vermek için kenara çekildi.
“Babam bir şeyler sipariş etmiş,” dedi Feryal, “haberin var
mıydı?”
“Geliyorum,” dedi Erdem.
“Annem, Erdem babanın kredi kartını da getirsin, dedi.”
Erdem o dağınıklıkta eliyle koymuş gibi bir cüzdan buldu, içindeki kredi kartını çıkarıp Feryal’in peşinden gitti. Arkalarından kapıyı kapadım.
“Bak şimdi,” dedim; Neşe Abla ağır ağır, teker teker, tavan
aydınlatmasını, iki abajuru ve okuma lambasını açmakla meşguldü. “Erdem'in
karısı zannediyor ki, Erdem Feryal'e âşık.”
“Saçmalama, dedi Neşe Abla.
“Evet, tamamen saçmalık,” dedim, “çünkü Erdem Feryal’e değil
başkasına âşık.”
Okuma lambasının yerini değiştirmekte olan Neşe Abla gayet
ilgisiz ve meraksız bir şekilde, “kime,” dedi.
“O kadarını bilemem.”
“Doğru,” dedi Neşe Abla, “bu kadarını bilmen bile bir şey.”
“Benimle dalga geçiyorsun ama,” dedim, “yeterince beklersen
her olasılık gerçekleşir.”