Yazı İşleri / Çiytepe / Otuz İki


Erdem bizi evin arka bahçesindeki şirin kulübeye götürürken, “hoca sizin dergiye aboneydi,” dedi.
İçimden, tabii National Geographic’e de aboneydi, diye ekledim.

Hoca bu şirin kulübeye bir laboratuvar kurmuş, güzel de bir çalışma masası koymuştu. Duvarlar kitap rafları ve çerçevelenmiş güvelerde doluydu.

Hüzünle gülümseyen Erdem, okuma koltuğunu işaret edip, “hoca bazen burada uyuklar,” dedi, laboratuvar tezgahını gösterdi, “ben de araştırma sonuçlarını bilgisayara girerim.”
Bir kanepe olsaymış iyiymiş, diye düşündüm ama bu fikrimi kendime sakladım.

“Güvelerin anten özelliklerini temel alan taksonomik bir düzenleme üzerinde çalışıyordu,” dedi Erdem.
Anten önemliydi. Belki bir gün uzaylıları da anten özelliklerine göre sınıflayacaktık.

Bir suskunluk oldu.
Böyle güzel bir ortamda sakin sakin çalışıyordun, hop, ertesi gün toprağın altında yatıyordun.
Birden kapı açıldı; üçümüz de irkildik.

İçeri soğuk havayla birlikte soğuk bir kadın girmişti.
Neşe Abla’yla beni soğuk soğuk süzdüğünü gören Erdem, “hanımlar İstanbul'dan geliyor,” dedi, “dergi yazısı için.”
Soğuk bakışlar Erdem'e döndü.
“Bahsetmiştim ya, dedi Erdem, “hoca randevu verdi diye...”

Kadın verilen bilgiyi almamakta direniyordu. Karnı tok, diye düşündüm.

Varlığının ve parfüm kokusunun odayı doldurduğundan emin olduktan sonra, “ben gidiyorum,” dedi Erdem'e.
“Şimdi mi???” dedi Erdem.
“Okuldan kesme yapıştırma ödevi vermişler, annen uğraşamaz, biliyorsun.”
“Bir gün de ödev yapmayıversin Nermin.”
“Benim için hava hoş,” dedi Nermin, “bana soruyorsan, hiçbir gün ödev yapmasa da olur; ama öğretmen kalpli çıkartma vermedi, diye tepine tepene ağladığı zaman da, sen gelip susturursun.”
“Biraz daha bekle, beraber döneriz,” dedi Erdem.

Nermin saatine baktı.

Yapılan bir araştırmaya göre, cep telefonları yüzünden kol saati kullanımı %80 azalmıştı; ya da bana öyle geliyordu.

“Senin işin uzun mu?”
“Akşam yemeğinden önce izin isteyip gideriz,” dedi Erdem.

Nermin'in yüzünde âniden, sen benimle dalga mı geçiyorsun, yazan bir ifade belirdi; Erdem dahil hepimiz net bir şekilde okuyabiliyorduk.

“Gidemeyiz Nermin,” dedi Erdem, “ayıp olur;” sesi fısıldar gibi çıkmıştı.
“Sen kal. Arabayı bırakırım.”
İçimden, Sen de Gitme Tiryandafilis diye geçiriyordum ki biri kapıyı tıklattı.

Feryal’in Erdem, buyrun, demeden kapıyı açmamış olması, Nermin’de muhtemelen, kadın kendi babasının çalışma odasına girmeden önce kapıyı çalıyor, acaba ben de öyle mi yapsaydım, diye bir düşünce uyandırmamıştı.

Feryal içeri girmedi.
“Babama kargo geldi,” dedi ağlayarak, “Erdem babanın kredi kartıyla halletsin, diyor annem.”

Erdem hemen arkasındaki raftan hocaya ait olduğunu anladığımız bir cüzdan aldı, içinden kredi kartını çıkardı ve Feryal'in peşine takılıp, peşine de Nermin'i takıp odadan çıkıp gitti.

Neşe Abla’yla birbirimize bakakaldık.

“Ben birkaç fotoğraf çeksem mi acaba,” dedi Neşe Abla.
“Bilmem ki,” dedim.
“Her şeyi bilirsin, en lâzım şeyi bilmezsin,” dedi Neşe Abla.