Erdem geri geldiğinde Neşe Abla çalışma odasının fotoğraflarını çekiyordu.
“Erdemciğim, şuradaki rafların önünde dursana...” dedi, “biraz sağa... biraz daha... tamam...”
Sol eliyle sağ bileğini tutarak iki kolunu önüne alan Erdem, ne mutlu ne üzgün, ne akıllı ne aptal, ne cahil ne bilge göründüğü birkaç poz verdi.
Üçümüz de bir yer bulup oturmadan önce Neşe Abla çektiği
fotoğrafları göstermiş, Erdem fotoğrafların bu odada çekildiğine inanamamıştı.
Bize önce emekli Profesör Ertuğrul Tunçkaya'nın biyografisini anlattı. Kitapları,
konferansları, derken, iş çığırından çıkmaya, gezi yazısının sınırlarını aşmaya
başladı.
“Hoca yeni bir güve cinsi keşfetmiş galiba,” diyerek araya
girdim.
Erdem beni azarlayan bir ses tonuyla, “cinsi değil, türü,”
dedi, “ikisi çok farklı şeyler de.”
Ayağa kalktı, duvardaki çerçevelerden birini indirmeye davrandı. Ancak o zaman hocanın kredi kartını sıkı sıkı elinde tuttuğunu fark etti. Bir an gözleri doldu, kontrol etmesine fırsat kalmadan dudakları titredi. O kadar içten gelen bir tepkiydi ki, samimiyetine ikna oldum ve üzüntüsünü hissettim.
İndirdiği çerçeve, grafik çizimlerle ve uzayıp giden Latince isimlerle, hocanın keşfettiği güve türünün soy ağacını gösteriyordu.
Çerçeveye bakıp, “bunun fotoğrafını kullanabiliriz herhalde,” dedim, “çok güzelmiş, insan gurur duyuyor… ama bize magazinal bir şeyler lazım; sonuçta bir gezi yazısı.”
Hoca bizi gözlem yaptığı yerlerde gezdirecekti; nereye baktığını, ne gördüğünü, nasıl anladığını anlatacaktı. Bir suskunluk oldu.
Biraz düşündükten sonra, “aslında hocanın böyle konuşmaları
var,” dedi Erdem.
Bir iki çekmeceyi açtı, bir harici sabit disk çıkardı.
“Hoca dökümanlarını başka bir diskte depoluyordu, bir de
medyatik arşivi vardı… buydu galiba…” diyerek bilgisayara taktı.
Disk, radyo programları, televizyon programları, kongre ve hocanın kendi çektiği gözlem videolarıyla doluydu. Fakat bu kadar veri, ayıklamadan ne işime yarayacaktı… Erdem, haklı olarak, diski vermek istemiyordu. Ben de kendime göre haklı olarak, ölü evinde daha fazla kalmak istemiyordum.
Sonuçta Gülden Hanım'a, diski akşam sekiz gibi geri getirmek
üzere alıp alamayacağını sordum, “merak etmeyin,” dedim, “zarar vermeden iade
edeceğime güvenebilirsiniz.”
“Al kızım al,” dedi Gülden Hanım, “kim ne yapacak
Ertuğrul'un videolarını… Al, işin bitince getirirsin.”
Tekrar başsağlığı diledik, Feryal’le kucaklaştık; Erdem bizi arabaya kadar geçirecekti.