Yazı İşleri / Çiytepe / Otuz Dört


Daha uzaktan, altı yaşlarında bir çocuğun arabanın başında dikildiğini gördüm. Dalgın dalgın arabaya bakıyordu. Yaklaştığımızı fark edince üçümüzü şöyle bir süzdü. Anahtar benim elimdeydi.

“Bu araba senin mi,” dedi.

Ufaklığın anne babasından daha yaşlı olan arabaya baktım ve, “neredeee,” dedim, “babamdan ödünç aldım.”
“İşte ben bu renk araba seviyorum,” dedi.
“Sen kimsin bakalım?”
“Ben Metin Yıldız'ın oğluyum.”
“Aferin sana,” dedim, “arabadan anlıyorsun… Eviniz nerede?”

Yakınlarda, bahçesi bakımlı bir evi gösterdi.
“Gülden Teyze sana helva verdi mi,” dedim.
“Gülden Teyze her şeyi satacak,” dedi.
“Nasıl her şeyi?!”
Omuz silkti: “Her şeyi işte… Orada bir servet yatıyor.”

Bu, muhtemelen Metin Yıldız'ın fikriydi.

“Böcekleri mi satacakmış,” dedim.

Bu kadar aptal olmama şaşırmıştı; dünyadan haberim yoktu.

“Pahalı aletler var,” dedi, “böyle… büyük… parlak böyle… gözünü dayıyorsun…”
“Niye ki,” dedim.
“Niye olacak, bakmak için!”
“Kızma ya, ne bileyim, hiç bakmadım ki!”
“Ben çok baktım.”
“Kıskandım bak şimdi.”
“Sen göremezsin, zaten ben tabureye çıkıp baktım.”
“Ben de tabureye çıkarım,” dedim.

Bulursan çıkarsın, der gibi baktı.

“Gülden Teyze hepsini satacak,” dedi bir kere daha, “servet yatıyor orada.”

Konuşmanın başından beri Erdem'in içi içini yemişti. Sonunda dayanamadı ve, “kimden duydun,” dedi.
Bunu anlamayacak ne vardı: “Kendim gördü-üm.”

Gülmeden edemedim.

“Serveti sormuyor,” dedim, “Gülden Teyze’nin her şeyi satacağını kimden duydun?”
“Kendi söyledi-i.”
“Haaa,” dedim, “şaka yapmış o.”

Çocuk servetle şaka olmayacağını biliyordu.

“Yo-o,” dedi, “her şeyi satıp savacağım, bu odayı da çay bahçesi yapacağım, dedi.”
“Çay bahçesi zor biraz,” dedim, “bence kış bahçesi yapacaktır.

Artık benim bir geri zekalı olduğuma kesin karar vermişti.

“Kış bahçesi mi olur ya…”

Metin Yıldız çocuk yetiştirme işinden anlıyordu.