Metin Yıldız'ın oğlu, biri siyah beyaz, biri simsiyah iki
köpeğin peşine takılıp koşturarak gittikten sonra Neşe Abla Erdem'e döndü:
“Vallahi ne olur, nasıl olur bilemem ama,” diyerek başladı
ve Gülden Hanım'ın, Erdem ne almak istiyorsa alır, kalanı da ya üniversiteye
bağışlarız ya atarız gider, dediğini anlattı. Ben de kadının, Allah rahmet
eylesin, ölmeseydi iyiydi ama bütün eşyalarıyla her yere yayılmıştı, elli yıl
sonra nihayet benim de bir evim olacak, dediğini duymuştum.
Neşe Abla, bildiğim bazı şeyleri kendime saklasam iyi
edeceğimi hatırlatmak için, “acısı taze tabii,” dedi.
Acısı bayatlayınca da herhalde kendi elleriyle
öldüremediğine yanacaktı.
Meğer Erdem, bankadan kredi çekebilirsem hocanın aletlerinden bazılarını satın almayı teklif ederim, diye düşünüyormuş. O kadar kıymetli adetler olduğunu duyunca şaşırmıştım; demek Metin Yıldız'ın oğlu haklıydı.
“Şöyle,” dedi Erdem; araştırma projelerine ödenek sağlayan kurumlar vardı. “Kolay iş değildir, diye devam etti, “çok fazla yazışma, açıklama, onay, kesin kurallar, kesin tarihler, bir sürü formalite vardır ama hoca hepsiyle ince ince ilgilenir... di...”
Erdem'in emekli Profesör Ertuğrul Tunçkaya'ya olan bağlılığının formülünü çıkaramamıştım. İnce ince ilgilenirdi, derken bile, takdir ederek, bu işin gereği böyledir, mi demek istiyordu, yoksa, ödenek peşinde koşuyor, diye burun mu kıvırıyordu, anlamıyordum.
“Sen daha iyi bilirsin tabii, onları tanıyan sensin ama, sen
önce Gülden Hanım'la bir konuş, kredi falan sonraki iş,” dedi Neşe Abla.
Burada araya girmek zorundaydım: “Neşe Abla kimsenin işine karışmaz, böyle
diyorsa bir bildiği vardır,” dedim, “ben de herkesin işine karışan biri olarak
şunu söyleyeyim, bence zamana ihtiyacı var falan diye ertelemeden bir an önce
konuş ,için rahat eder, hem önünü görmüş olursun.”
Erdem'in aklı yatmıştı, “doğru söylüyorsunuz,” dedi, “Gülden Hanım'ın ne düşündüğünü bilmeden...”
Bir süre üçümüz de sustuk. Arabanın başında dikiliyorduk. Sonra
hepimiz hareketlendik.
Neşe Abla Erdem'le tokalaşıp arabaya bindi.
Ben de, “diski getirdiğimde görüşemezsek hoşça kal,” dedim.
“Yok, ben buradayım,” dedi Erdem.
İçimden, ona sen karar veremezsin, dedim ve sırıttım: “Tamam
o zaman, görüşmek üzere.”
Tam arabaya biniyordum, Neşe Abla arabadan indi.
Elindeki reçel kavanozunu gösteriyordu: “Şunu Gülden Hanım'a
verip geleyim, o kadar yardım etti kadın,” dedi.
“Selmin Hanım’ın reçeli mi o!”
Erdem parmağıyla kavanozu işaret ediyor ve gayet şaşkın
görünüyordu. Aslında biz daha çok şaşırmıştık. Kadının adını bilmiyorduk ama
pansiyonu tarif ettik. Erdem zaten kavanozu çoktan tanımıştı.
“Selmin Hanım’ın reçeli Gülden Hanım’ı pek memnun etmez,”
dedi.
Pek memnun etmez, derken, hiç memnun etmez, demek istediğini
anlamıştık.