Yazı İşleri / Çiytepe / On Yedi


Bir tek şey olmak bize göre değildi. Bize yakışan, virgüllerle ayırarak arka arkaya dizdiğimiz pek çok şey olmaktı. Kendimizi tanımlamaya doyamıyorduk. Besteci, söz yazarı, kompozitör, vokal. Ressam, küratör, akademisyen. Yönetmen, yapımcı, senarist, oyuncu. Şair, yazar, çevirmen, eleştirmen. Yönetim kurulu üyesi, danışma kurulu üyesi, Rotary Kulübü üyesi.

İş adamı, girişimci, vergi rekortmeni, medya patronu ve bizim derginin de sahibi olan Sinan Sungur'un biricik kızı Sinem Sungur, bir Lady Diana, bir Rahibe Teresa, bir Angelina Jolie, bir Alex değildi ama kendini sevdirmiş, yakınlık duyduğumuz, nasıl söylesem, kendiyle ve dünyayla dost olduğunu hissettiren toplumsal bir figürdü.

Onu tanıdığımızı anladıktan sonra, onu tanımamızdan rahatsızlık ya da memnuniyetsizlik duymadığını, hatta bu karşılaşmanın onu şaşırtmadığını, aksine, açık açık dile getirince aşırı yorum gibi gelse de, burada bizimle karşılaşmayı planladığı için danışmadaki bankoda dikildiğini hissetmiştim.

Gerçekten de Neşe Abla'yla beraber peluş oyuncaklarla güreştiğimiz sırada, hediyelik eşya raflarını siper alarak yanımıza sokulmuştu. Bir yandan, iki hastanın yolunu keserek sabrını sınadığı Doktor Semih'i göz hapsinde tutuyordu.

Elli yaşlarında ufak tefek bir kadındı. Bale eğitimi aldığını biliyorduk. Yaşına rağmen bu kadar zarif görünmesinin bir nedeni de buydu. İri gözleri, türküdeki tanıma uyan fındık burnu, kahve fincanına benzeyen bir ağzı vardı.

“Bizi burada zorla tutuyorlar,” dedi.

Donduk kaldık.

“Ziyaretçilerimizle görüştürmüyorlar. Ailemize yanlış bilgi veriyorlar.”

Ağzımı açmış, bir şey söyleyemeden geri kapamıştım. Dev pandayı öbür koluma geçirdim.

“İstanbul plakanız var, İstanbul'dan mı geliyorsunuz,” dedi.
Kafamla evetledim.

Çünkü hayatta kalmak dışında bir önceliği olmayan zihnim, kırmızı alarm durumundaydı ve bana düşünme fırsatı tanımadan kendi kendine karar veriyordu. Zihnin bana aitti, zihnimin sahibi bendim ama herkesinki gibi benim zihnim de, kırbacı şaklatıp burnunun dikine gitmesini engellemediğim sürece, bildiğini okuyordu.

Doktor Semih'in yolunu kesen hastaların ailelerine telefon etme talebi, kulağımıza kadar geldi. Sinem Sungur olduğundan neredeyse emin olduğumuz hasta, pardon, misafir, “anahtarları ver,” dedi.

Kuyruklu, kanatlı, kulaklı peluş oyuncağı raftan çıkarıyordum.

“A-anahtarları mı ???” dedim.
“Arabanın anahtarlarını ver, arka koltuğa saklanacağım... Boş boş bakmasana! Hadi!”


önceki / GERİ / sonraki