Yazı İşleri / Çiytepe / On Dört


Vaadettikleri harici belleği aldıktan sonra kös kös Doktor Semih'in peşine takılmıştık.

Geldiğimiz camekânlı koridorlardan geri dönüyorduk. Ana binanın girişindeki lobi görünür olduktan sonra aynı anda birkaç şey birden oldu.

Danışmadaki görevli kızcağızın çaresizlikle kıvrandığını, önündeki bankoda birkaç hastanın dikildiğini, birkaç hastanın da lobi tarafında beklediğini gördüm; giydikleri pastel renkli şık pijamalardan hasta olduklarını anlamıştım.

Derken, danışmadaki görevli kız, Doktor Semih'i görür görmez rahatladı ve, “Semih Hocam, lütfen biraz bakar mısınız,” diye seslendi.

Aynı anda, bankoda dikilen hastalar bize doğru döndü.
Aynı anda, içlerinden biriyle göz göze geldik ve onu hemen tanıdım.
Sanırım aynı anda gözlerim büyümüş, ağzım açılmıştı çünkü hasta da onu tanıdığımı anladı.

Doktor Semih hızını kesmemişti ama elini sertçe kaldırarak danışmadaki görevli kızın talebini kestirip attı: “şimdi olmaz Şule.”
Bizi yolcu etmek için ana binanın giriş kapısından çıkmak üzere dosdoğru yürüyordu.

Aynı anda, biraz da yüksek bir sesle, “Neşe Abla, şunlara bak,” dedim ve Doktor Semih'in peşinden ayrılıp hediyelik eşya raflarına yöneldim. Bir yandan gene yüksek sesle,”senin torun bunlara bayılır,” diyordum.

Neşe Abla da beni takip edip, püskül saçak takıların, eşarpların, şalların, çiçek buketlerinin, saksı çiçeklerinin, asılı duran düş kapanlarının, boy boy nazarlıkların, el havlusu, renkli sabunlar, losyonlar, kuruyemiş, meyve kurularıyla hazırlanmış hediye sepetlerinin, çok satan kitapların ve müzik cd'lerinin, yumuşak battaniyelerin arasına daldı.

Doktor Semih'i ana bina kapısına doğru yürüyüşünde yalnız bırakmıştık. Neşe Abla'yla peluş oyuncakların birini alıp birini bırakarak, birbirimize onu bunu göstererek hediyelik eşya raflarının arasına karışırken, birkaç hasta Doktor Semih'in etrafını sardı. Birini uzaktan tanıdığım iki hasta da, danışmadan da koridor tarafından da kolay kolay görünmeyecek şekilde yanımıza yaklaştı.

“Şu penguene bak Neşe Abla,” dedim.
Neşe Abla dev bir pandayı kucaklamıştı; “asıl sen şuna bak.”

Pandayı ondan alıp sarıldım. Neşe Abla raftan bir ayı çıkarıp sarıldı. Tek kolumla pandayı sıkı sıkı tutmuştum; öbür kolumla kuyruklu, kanatlı, kulaklı bir şeyi havaya kaldırdım: “Bu ne acaba?”

“Bilemedim, rahmetli Haydar enişteme benziyor.”
“Kuyruğu mu vardı?”
“Çok ayıp, ölünün arkasından nasıl konuşuyorsun öyle.”

Neşe Abla Haydar Enişte'yi elimden alıp rafa kaldırdı ve birdenbire Doktor Semih yanımızda bitiverdi.

Üçümüz de birbirimize gülümsüyorduk.

“Bir türlü karar veremedik,” dedim; pandayı kaldırıp, “bu ne kadar acaba,” diye sordum.

Rafların arasında peluş oyuncaklarla kuşatılmış olan Doktor Semih, kısa bir süre doğru anlayıp anlamadığını düşündü. Gerçekten az önce bir doktora oyuncak pandanın fiyatını mı sormuştum... Neden sonra pandayı kucağımdan aldı, görüşünü engellemeyecek şekilde tuttu ve, “etiketine baktınız mı,” dedi.
Kıkırdadım: “İnanır mısınız hiç aklıma gelmedi.”

Panda, ultra hiper pahalıydı. Penguen ve ayı da çok pahalıydı. Haydar Enişte hem pahalı hem çirkindi.

Doktor Semih bizi uğurlamak için acele ettikçe ağırdan alıyorduk. İlla ki alışveriş yapmak istiyorduk ama ya beğenmiyorduk ya pahalı buluyorduk. Muhtemelen her şeye dokunmuş, bütün fiyat etiketlerine bakmıştık.

Elime aldığım avuç içi kadar bir banyo ördeğinin fiyatını okumaya çalışırken Doktor Semih, “hediyemiz olsun,” dedi, “sizi geçireyim artık, malum beni de işler bekliyor.”

Lokantada otururken çantamdan banyo ördeğini çıkarıp beyaz peynir tabağının yanına koydum, ördeğin yüzünü manzaraya doğru çevirdim ve, “güneş gözlüklüsü de vardı,” dedim, “onu mu alsaydık acaba?”

O sırada garson dev bir kâse hindiba salatası getirdi.


önceki / GERİ / sonraki