Ertuğrul Tunçkaya'nın çalışma odasına kapanmıştık.
Neşe Abla sakin sakin durumu anlatmış, bu gece İstanbul'a
döneceğimizi ve hemen yarın suç duyurusunda bulunacağımızı söylemişti. Feryal
artık ağlamıyordu ve Erdem de oturduğu yerde dirseklerini dizine dayamış,
elleriyle yüzünü örtmüştü.
Gülden Hanım Neşe Abla'yı taş gibi dinledi.
Sonunda, “nasıl biliyorsanız öyle yapın,” dedi, “ok yaydan
çıkmış artık.”
Şimdiye kadar nasıl kendisi kendi bildiği gibi yaptıysa,
kocası, damadı, kızı, şu Miami'de ne yaptığı belli olmayan torunu bile evirip
çevirip sonunda bildiğini okuduysa, siz de bildiğiniz gibi yapacaksınız nasıl
olsa, demeye getiriyordu.
Her şeyin bir sonu vardı. Yedi milyar yıl sonra güneş de sönecek, dünyadaki yaşam bitecekti. Demek ki bu iş de buraya kadardı. Ertuğrul ölünce şaşırmış, ben de artık rahat mı edeceğim, diye içi soğumuştu ama ne derdi babaannesi, rahat, yüzünü, sen öldükten sonra gösterir; yaşayana rahat yüzü yok.
Mızrağı çuvalın içine ittirdim durdum. Elimden başka türlüsü gelmedi. Ne bileyim ben, benim bir şeyden haberim yok, desem, yalan değil; başım ağrımaz. Ama kargalar bile güler.
Adını bilmedim; adını koyamadım. Sadece gördüm, tanımadım. Ertuğrul'un, ben sırrı diyeyim, sen sapkınlığı, bizimle beraber yaşadı. Ona evimizde yer açtık. Ne var yani bunda? Herkesin hayatı böyle değil mi? Herkes hayatı yaşamak yerine ona katlanmıyor mu? İşin kanunu bu. Öyle değil mi?
Bazı geceler ayaklarıma kapanıp ağlardı. Kırmızı kırmızı
zonklayarak, kalp gibi kasıla kasıla ağlardı. İçinden lav dereleri akardı.
Pişman mıydı? Bize yaşattıkları için af mı diliyordu? Sırrı
yüzünden kendini ucube gibi hissediyordu da ona mı kahroluyordu?
Hayır… Açlığına isyan ediyordu. Doyamadığına ağlıyordu. Hissedebiliyordum.
O zaman ben de korkumdan ağlardım.
Ya bir gün dayanamayıp anlatmaya kalkarsa. Ya içini dökerse,
yardım et diye yalvarırsa... Ya bilmek istemediğim şeyleri öğrenmek zorunda
kalırsam diye usul usul gözyaşı dökerdim.
Böyle gecelerde Ertuğrul mışıl mışıl uyurdu. Ben de sabah
ezanına kadar tavana bakarak merak ederdim. Şu koca dünyaya bir tek Ertuğrul mu
fazla? Bir tek o mu sığmıyor? Herkese yer var da Ertuğrul'a mı yok?..
Sonra sabah olur, Ertuğrul işe gider, Feryal okula gider,
sabah kahvesine komşu gelir, her şey normale döner.
Neşe Abla'nın söylediklerinin üstüne Gülden Hanım, nasıl biliyorsanız öyle yapın, dedikten sonra, harici diski rızasıyla verdiğini yazdırıp imzalattık. Hepimizin içinde kızgın yağlar kaynıyordu. Ama kimsenin edecek bir lafı yoktu.
O evden çıkıp gittik.