Neşe Abla, “sen bana bırak,” demişti, “ben hallederim.”
Aynı günde ikinci kere ölü evine gidiyorduk. Arabayı sabah
koyduğum yere, evden uzağa bırakmıştım. Midem bulanıyordu ve yürüyerek eve
doğru yaklaştıkça, mide bulantım artıyordu.
Şuradan biri çıksa da, Ertuğrul Tunçkaya'nın bilime katkıları ve eserleri ortada; onun kim olduğunun bunlarla bir ilgisi yok, dese de ağzını burnunu kırsam diye bakınıyordum.
Uzaktan Metin Yıldız'ın oğlunu gördüm; evinin bahçesinde
siyahlı beyazlı köpekle oynuyordu.
Neşe Abla'ya, “ayva reçelleri arabada mı,” diye sordum ve
bir koşu arabaya gidip geldim. Neşe Abla'yla birlikte Metin Yıldız'ın evine
doğru yürüdük.
Çocuk bizi görünce oyununu yarıda kesti ve dönüp ileride
arabayı bıraktığım yere baktı; bizi tanımıştı.
“Bak,” dedim, “sana ayva reçeli getirdim.”
Metin Yıldız'ın oğlu kavanozlara baktı ama yerinden
kıpırdamadı.
“Sevmez misin ayva reçeli,” dedim.
“Anneme sormam lâzım,” dedi, “aaanneee!”
Köpek de heyecanlanmış, kuyruğunu kocaman kocaman sallamaya
başlamıştı. Arka bahçeden, neredeyse damarlarını gösterecek kadar beyaz tenli,
kara gözlü, güzel bir kadın geldi. Gülümsüyordu. O kadar gençti ki insanın
ölüme isyan edesi geliyordu.
Çocuk annesine döndü ve, “anne ben ayva reçeli sever miyim,”
diye sordu.
Köpek dahil hepimiz güldük.
Sonra birden, bu sorudaki merak içime işledi ve gözümün
dolmasına engel olamadım.
Metin Yıldız'ın oğlu hepimizin gülmesine biraz bozulmuştu. Herhalde
mikroskoptan baktığı için onu kıskandığımı hatırlayıp aynı konuya döndü; bana
hava atmaya çalışıyordu.
“Anne,” dedi, “o aletten nasıl bakmıştım ama...”
Dayanamayacak, kusacaktım.
“Bakmıştın oğlum...”
Bir dakika ya...
“Tabureye de çıkmıştın,” dedim.
Yan gözle annesine baktı.
“Annem tabureyi tutuyordu ama tutmasaydı da ben düşmezdim,
değil mi anne?”
Annesi de mi yanındaydı!!!
“Annen de mi yanındaydı?!” dedim.
Çocuk sabahki konuşmamızda benim geri zekâlı olduğuma karar
verdiğini hatırlamış olmalıydı.
Alaycı bir tavırla, “e yanımdaydı tabii,” dedi, “annem babam
olmadan başkasının evine gidemem ki.”
Bu kadar basit bir şeyi bile anlamıyordum.
Gülmeye başladım ve bahçe kapısından girip, “gidemez misin,
gidemez misin, gidemez misin,” diye bağırarak oğlanı mıncıklamaya başladım.
Köpek de bize katılmış, kendimizi yerlerde yuvarlanırken
bulmuştuk. Metin Yıldız'ın karısı ve Neşe Abla, deli ayol bunlar, bakışıyla
gülümsüyordu.
Ayağa kalkıp üstümü başımı topladıktan sonra, “sen ne tatlı
şeysin ya,” dedim.
“Kardeşim de var benim, o da çok tatlıdır, ama daha çok
küçük, çişini tutamıyor; küçükken ben de tutamıyormuşum, değil mi anne?”