Yazı İşleri / Çiytepe / Kırk Bir


Neşe Abla, “Mustafa'ya bir soralım,” demişti.

Derginin bilgisayar işlerine bakan Mustafa Abi telefona cevap vermedi ama verseydi de muhtemelen, zor iş, boş verin, çok mu lâzımdı, diyecekti. Ak düşmüş at kuyruğu uzadıkça ve Metallica tişörtleri eskidikçe, çok lâzım olmayan şeylerle daha az ilgilenir olmuştu.

“Şifre dediğin 6 hane olur,” dedi Neşe Abla, “bilemedin 8.”
Ertuğrul Tunçkaya da biraz kafasını çalıştırsaydı, 16 hanelik bir şifrenin dikkat çekici olacağını anlayabilirdi. Gerçekten de Mustafa Abi'ye ulaşamayınca, aman ya, neyse ne, deyip geçmememizin nedeni, ekranda yanıp sönen 16 hanenin cazibesine kapılmamızdı. Bazen böyle olurdu; çok sağlam olsun diye bir çivi daha çakardın, bütün kalaslar parçalanıp dökülürdü. Niyetle akıbetin uyuşmamasına, kısmet diyorduk.

 Birden aklıma Ertuğrul Tunçkaya geldi.
“İşte sana 16 hane!” dedim
“O kadar da değil,” dedi Neşe Abla.
Haklıydı, şifre Ertuğrul Tunçkaya değildi. Ama ben gene de yazmıştım.

Daha doğrusu, yazamamıştım. Şifre olarak ERTUGRULTUNCKAYA'yı denemeye kalkınca, şifre penceresine harf giremediğimizi, hanelerin sadece rakam girişini kabul ettiğini öğrendik.

Ertuğrul Tunçkaya'nın ezberlemesine gerek kalmadan, ayrıca başkalarının dikkatini çekmeden yanında taşıyabileceği, 16 rakamdan oluşan bir sayı vardı.

Neşe Abla hemen fotoğraf makinesinin belleğini çıkardı, bilgisayara taktı. Bunu yaparken önce yatağa çarptı, sonra halıya takıldı; neredeyse kafasını gözünü yaracaktı.

Bilgisayar fotoğraf makinesinin belleğini tanıyıp açıncaya kadar geçen saniyeler boyunca ikimiz de nefesimizi tutmuştuk... İşte Erdem'in fotoğrafları buradaydı. Sol eliyle sağ bileğini tutuyordu ve sağ elinde, emekli Profesör Ertuğrul Tunçkaya'nın kredi kartını tutuyordu.

16 rakamın 16'sı da tabak gibi ortadaydı ve maalesef şifreyi girdiğimizde, Çöp Kutusu klasörünün içinde gördüğümüz dosyaların çok canlar yakacağı da ortadaydı.


önceki / GERİ / sonraki