Neşe Abla yazıda Çiytepe'deki el sanatları kurslarından ve
dükkânlardan söz etmek gerektiğini düşünüyordu. “Dergidekiler bir araştırsın,”
dedi.
“Boş ver onları,” dedim, “odaya çıkınca ben internetten
bakarım.”
Dergidekiler, tembelden iş iste, sana akıl öğretsin, mantığıyla çalışıyordu. Hayır demeyi bu kadar çok seven bu kadar çok insanın sözleşerek dergi çıkarmaya karar vermesini, takdir etmek gereken bir çaba olarak görüyordum. Gerçi, tamam deyip duran insanlara da pek güven olmuyordu. Daha doğrusu, tamam kavramı, günümüzde gittikçe daha çok itibar kaybettiği bir dar boğazdan geçiyordu. Eski zaman insanları tamam deyince tamamdı. Artık, tamam sözünün peşine düşmek ve izini sürmek zorundaydın. Tamam gerçekten tamamsa, zaten olması gerekenin olduğunu göz ardı edip öyle bir şaşırıyordun ki, fazladan bir minnettarlık duyuyordun. Eğer sana vaadedilen tamam, tamam değilse de, kendi imkânlarınla tamamlıyordun. Hani tamamdı kardeşim, bütün işi ben yaptım, diyerek öfkelenenler ya da kavga çıkaranlar, öfkelendiğiyle ya da kavga çıkardığıyla kalıyordu.
Böyle bir tabloda, tamam diyenler tamam demeyi itibarsızlaştırdığı için, hayır demeyi alışkanlık haline getirenler prim yapıyordu. Sözünün eridir, denen insanların yarısından fazlası, zaten hiçbir söz vermediği için sözünü tutmak zorunda kalmayanlardı.
Belediye kurslarını, özel seramik, ahşap boyama ve takı tasarımı atölyelerini listeledim, evlerde örgütlenen örgü, dikiş, makrome faaliyetlerini ekledim ve bir gün daha Çiytepe'de kalacağımızı belirtip dergiye gönderdim. Cıvıl cıvıl rengârenk fotoğraflar, artı, kadın girişimciler, eşittir, derginin reddedemeyeceği bir konu, demek oluyordu.