Aman da büyüsün de bodyguard olsun, diye oğlunu seven birini görmedim ama olsun. Çok şükür anama bakıyorum. Sanki kendisi astronot olmuş da aya gitmiş gibi anneme, bu çocuk adam olmayacak Neriman, deyip duran hayırsız dayıma bakıyorum. Kenara da bir şeyler koyuyorum. Sağ olsun kızlar elimi cebime arttırmaz.
Prensip gereği hiçbir kıza para yedirdiğim olmadı. Ha, karı kız parasıyla geçiniyor, da dedirtmem; hakkım neyse o kadar. Yanında latteyle bir havuçlu kek ya da Dj Bilmem Kim'in performansına bilet. Üzümlü kekle limonata da olur; ya da sinema bileti. Ama Etiler kızları üzümlü kek yemiyor ve sinemaya gitmiyor. Sinema evlerine geliyor. Villalarının alt katındaki salonda projeksiyon makinesinin perdeye yansıttığı Süt Kardeşler'i seyredip katıla katıla gülüyorlar.
Meslekdaşlarım tarafından korunan sitelerdeki villalarına giderken babalarının altlarına çektiği SUV'lerin anahtarlarını bana verirler. Onların patron olduğunu sineye çekebileyim diye, her şeyin kontrolü onlardayken bari direksiyonu ben kontrol edeyim de eziklenmeyeyim diye yan koltuğa geçerler. Yalnız insanları değil geçmişi, şimdiyi ve geleceği de satın alabileceklerini düşünüyorlar. Hoşuma gidiyor. Birilerinin hayata kafa tutması lâzım. Bende o kadar para yok.
Çoğunun anne babasıyla tanıştım. Kızlarının beni neden köpek yavrusu gibi hep yanında taşımak istediğini beni görünce anlıyorlar. Benden korkuyorlar. Akşam yemeği için evlerine davet etmedikleri sürece ben onlardan korkmuyorum çünkü zengin insanlar çok geç yemek yiyor ve o kadar çok konuşuyor ki mesai saatim yaklaşırken gittikçe uzayan akşam yemeği seremonisine kabalık etmeden nasıl son vereceğimi düşünmek beni korkutuyor.
Etiler kızları adamdan bu kadar iyi anlamasaydı dünya gözüyle gördüklerimi anca rüyamda görürdüm. Onlar sayesinde, komando er olarak yaptığım askerliği ayrı tutarak söyleyeyim, maceraya macera demedim. Sağ olsun Hasan'la boş günlerimizi takas ettiğimiz bir sefer Begüm'le Kelebekler Vadisi'nde yamaç paraşütü yaptım; iki gece üç gün. Zeynep beni tek geceliğine İtalya'ya götürdü; Monza'da F1 seyrettik. Annesi epinefrin iğnesini unuttuğu için dayısının jetiyle acilen Masai Mara'ya uçmak zorunda kalan Melisa'ya refakat etmek üzere Kenya'ya gittim. Son dakikada haber verdiğim patron çok kızdı. Az kalsın işimden olacaktım ama yemin ederim Masai Mara'da bir çita gördüm.
Kısacası dünkü çocuk değilim. Bir kızın beni şaşırtması için, nasıl desem, Gamze olması gerekiyor.
Ben tekerlekli iskemleyle gezene, koltuk değneğiyle yürüyene, hatta topallayana bile bakmam; ne o rahatsız olsun ne ben. Düşene gülerim; o ayrı. Düşen kalkar. Gerekiyorsa, ne gülüyon lan, diye üstüme yürür. Ha, cevabını da alır.
Aşağı inen hidrolik asansör çalışmayınca, biz size yardım ederiz, merak etmeyin, diyen Hasan'ı azarlamasaydı, neredeyse her cumartesi kulübe geldiği için hepimizin âşina olduğumuz Gamze'ye gene bakmayacaktım ama benim işim olay çıkmasını önlemek, müşteri, sizin yapmanız gereken bu asansörü işler vaziyette tutmak, yardım teklif etmek değil, diye Hasan'a bağırıyor, bir türlü sakinleşmiyor, meraklıları başımıza topluyorken elim kolum bağlı durmak değil.
Bir sürü kaynaştırma cümlesini arka arkaya dizip bir yandan da tekerlekli iskemlesini giriş katındaki bara doğru sürdüğüm Gamze'ye, ona bir içki ısmarlamama izin vermesi için rica ettim. Lütfen, dedim.
Margarita severmiş. Kendisi talep etmediği sürece birinin tekerlekli iskemlesini sürmesini hiç sevmezmiş. Kıpkırmızı oldum. Barmen Atakan Margarita hazırlarken, erkekleri fırçalamaktan arta kalan zamanda ne iş yaptığını sordum. Dediğim gibi, dünkü çocuk değilim. Eğitimli ve meşgul insanları, kafası çalışanları, biraz durgun olanları, bana benzeyenleri ve benden farklı olanları hemen tanırım. Geriye fazla zaman kalmıyor, dedi ama yumuşamıştı. Ne iş yaptığını söylemek istemediğine göre uyuşturucu kaçakçısı falansın herhalde, dedim. Bir kahkaha attı. Ne yazık ki kahkaha atınca güzelleşen kızlardan değildi.
Güzellik Allah vergisi. Kiminde var kiminde yok. O kadar da önemli değil, demek isterdim ama önemli. Para gibi; varlığı da dert yokluğu da. Kendimden biliyorum. Güzelliğin varlığı, paranın yokluğu bana hep dert oldu. İkisinin de olmaması tabii daha büyük dert. Gamze'de de biri var biri yok. Tanıştığımız o gece ona da söyledim. Uyuşturucu kaçakçılığını beğenmeyip tetikçi olduğunu söylediğinde, yani, dedim, para sende.
Barmen Atakan kızın yüksekte kalan tezgâha yetişip yetişemeyeceğini düşünmeden Margaritaları bırakıp gitmişti. Arkasından ters ters baktım. Zarafet timsali sayılmasam da öküzlüğe tahammülüm yoktur. Tezgâhın bu tarafına geçip kadehi Gamze'ye uzatmalıydı. Biraz da iyi oldu. Kadehi Gamze'ye ben uzattım ve teşekkürü kaptım. Teşekkür Gamze'de kahkahadan daha iyi durdu. Onu güzelleştirmeye yetmedi ama, nasıl söylesem, bu teşekkürde bana çok tanıdık gelen bir bilgelik sezdim; kendi şartlarını bilmek ve değerlendirmek ve oyunda kalmakla ilgili bir bilgelik. Margaritayı gösterip, güzel hazırlamışlar, dedi. Tezgâha koymak istediğinde söyle, dedim. Söylerim, dedi Gamze; işte gene aynı bilgelik. Seni aşağı indirebilirdik, dedim, neden o kadar sinirlendin? Yabancılardan yardım istemem, dedi Gamze. O zaman önce dost olalım, dedim.
Margaritaları yarıladığımızda Hasan arayıp asansörcülerin on beş dakikaya geleceğini söyledi. Hasan mıydı arkadaşın adı, dedi Gamze, Hasan'a söyle, asansörün küçük bir şalteri olması lazım, onu kapatıp iki dakika beklesinler, yeniden açınca asansör muhtemelen çalışacak. Niye daha önce söylemedin ki, dedim. Siz niye bu kadarcık şeyi akıl edemediniz ki, dedi Gamze. Önce ben sordum, dedim. Gamze güldü. Gamze'nin gülmesinden hiç hoşlanmadım çünkü Gamze'yi güldürmek beni heyecanlandırdı. Ben de her normal erkek gibi güzel bir kızı güldürünce heyecanlanmayı tercih ederdim.
Bu çelişkiyle kıvrandığım sırada patron yanımıza geldi ve asansörün çalıştığını haber verdi. Kendi kendime, benim şurada on beş yirmi dakikadır bildiğim Gamze hem teşekkürünü hem lâfını eder dedim; bir yandan patrona patron gibi hissettirebilmek için oturduğum yerden kalkmaya davranmış, patron omuzuma bastırınca oturduğum yerde çekidüzen vaziyeti almıştım.
Gamze patrona gülümseyip bir asansörü çalışır durumda tutmak çok da zor olmasa gerek, dedi. Sadece Gamze'ye göstererek sırıttım. Arkadaşlar yardım ederdi ama, dedi patron. Sadece Gamze'ye göstererek kusma işareti yaptım. Beni kast eden Gamze, arkadaşınız yardımcı oldu zaten, dedi, kapıda olay çıkarmaya devam etmeyeyim diye beni burada ağırlıyor sağ olsun. Ne demek, işimiz bu, dedi patron; aman Allah'ım, bu adam tam bir geri zekâlıydı. Sadece Gamze'ye göstererek patronun geri zekâlı olmasıyla ilgili surat yaptım.
Bardaklarımızı işaret ettiği parmağıyla barmen Atakan'a içkilerimizi tazeleme siparişi veren patron, Gamze Hanım sana emanet, diyerek yanımızdan ayrıldı. Arkasından, tamamdır patron, dedim. Sadece Gamze'ye duyurarak, kurda kuzu emanet ediyor, dedim. Kurda kuzu emanet ediyor mu?!? Ne yapıyorum ben yahu?!? Ne diyorum böyle?!?
Gamze, kuzu sensin herhalde, diye başlamıştı ki, lâfı, neredesin kızım ya, telefonunu da açmıyorsun, her yerde seni aradık, diye şamata yapan üç arkadaşı tarafından kesildi.
Tam bir parti adamıyımdır; eğlenceli ve dayanıklı. Boş kalmam. Kolumda biri olmadan gezmem. Kulüpte bile bazı akşamlar patron beni müşteriye refakat etmem için aşağı gönderir. Gene de, nasıl söylesem, birilerinin bir yerlerde büyük bir parti verdiği ve beni çağırmadığı duygusundan hayatım boyunca kurtulamamışımdır. İçimde bir ses asıl partinin başka bir yerde olduğunu, benimse burada böyle pineklediğimi söyleyip durur. Hayatın anlamını çözmek için fazla genç ve cahil olduğumun farkındayım ama ulaştığım anda daha fazlasına açlık duyduğum tatminlerin ötesinde, kaygıdan arınmış bir kendinden memnuniyet duyma hali olmalı. Bencilliğim bana böyle olması gerektiğini tarif ediyor.
Arkadaşlarının çıkardığı şamatayı karizmatik bir sükûnetle karşılayan Gamze, olayları hızlıca özetleyip beni onlara tanıştırdı; kimsenin İbo demediği İbrahim, kimsenin gotik makyaj modası geçti, diyerek uyarmaya zahmet etmediği için suratını kapkara boyamakta belli ki bir sakınca görmeyen Meryem ve kimsenin iki kere dönüp bakmayacağı kadar silik bir tip olan Yunus.
Zaman kaybetmeden ünlü bir yazarımızın adını imalı bakışlar ve laf çakmalarla aralarında pinpon topu gibi atıp tuttukları bir sohbete başladılar.
Adamı tanıyordum; tanıyordum, derken, bizzat tanışmıştım. Bizim kulüpte Dj'lik yaptığı gece izdiham yaşamıştık ve patron, yanından ayrılma, gölgesi ol, diye talimat vermişti. İnsanları etkilemeyi, kalabalığı avcuna almayı biliyordu. Bunları Gamze ve arkadaşlarına anlattıktan sonra, adamı İsa'ya benzetmiştim, dedim, herkesi kucaklıyordu. Dördü birden garip bir şekilde donup kaldı.
Herkesin başına gelmiştir; taşı gediğine oturttum dersin, bir bakarsın ki çam devirmişsin. Önemli olan o çamın altında kalmadan yana çekilmeyi bilmektir. Fakat taş gibi bir sessizlikte bunu yapmak kolay değildir.
Gamze ve arkadaşları kutlamaya benzer bir gürültü çıkararak kahkahayı basıp sessizliklerine bir son verdiler ve beni de pot kırdığımı düşünerek kapıldığım pişmanlıktan kurtardılar. Eyüp'ten sonra İsa, dedi Yunus dizine bir şaplak atarak. Bence artık düşünecek bir şey kalmadı, dedi Meryem. Bu bir işaret, dedi Gamze. Ben aptal aptal bakarken hepsi bir kere daha kahkahaya boğuldu.
Durumun açıklığa kavuşması biraz zaman aldı; bir tur Bomonti, ki o safraya benzeyen ekşi tadını hiç sevmem, bir tur Tekila, çok şükür bir tur Tuborg ve daha da iyisi, serbest turlar.
Gamze, Eyüp, diyerek beni arkadaşlarına tanıştırdığında aralarında bakıştıklarını fark etmiş, kendimle ilgili böyle bakışmalara alışkın olduğum için üstünde durmamıştım. İnsanları kendime baktırmayı da, aralarında bakışmak zorunda bırakmayı da iyi bilirim. Övünerek söylemiyorum; bu sadece malumun ilânı. Fakat itiraf etmeliyim ki adım Eyüp olduğu için bakışanlara ilk kez rastlıyordum. Her fırsatta aralarında İbrahim, Meryem ve Yunus'un dinî inançlar tarihini çağrıştıran isimleriyle ilgili bir geyik döndüğünü, Eyüp olan ismimle bu geyiğin boynuzuna bir çatal taktığımı, ünlü yazarımızı İsa'ya benzeterek geyiğe bir de tüy diktiğimi anlattılar.
Onlar bunu anlattı, ben ünlü yazarımızdan yaratıcı yazarlık dersleri aldıklarını, bu derslere kucak dolusu para bayıldıklarını, paranın boşa gitmesine değil ünlü yazarımızdan hiçbir şey öğrenemediklerine yandıklarını anladım.
Adamın karizmasına, popülerliğine, marka değerine karşı cephe almışlardı. Ne kadar haklı olduklarını ben de anlayayım diye ünlü yazarımızı sorularla ve yorumlarla derste nasıl köşeye sıkıştırdıklarını anlatmak için birbirleriyle yarışmaya başladılar. Gamze, adamı derste sıkıştırıyoruz, ders dışında çekiştiriyoruz, dedi. Hepberaber güldük.
Ne kadar haklı olduklarını benim için değil kendi kulakları için anlattıklarını biliyordum ama gene de hoşuma gitti. Kulübün bodyguardını küçümsemek çok kolaydır. Ne kadar yakışıklı olursa olsun. Ne kadar çekici olursa olsun. Bu gece gözlerini kapadığında onu hayal edecek olsan da kulübün bodyguardına büyüklük taslamak müşterinin doğasında vardır. Bizimki, tanımadığın insanlara efendim diye hitap etmek zorunda olduğun bir meslek.
O gece hiç efendim demek zorunda kalmadım. Gamze ve arkadaşları ünlü yazarımızın profesyonel görünümünün ardındaki ıssız çölün kumlarını savurdu, anlatıcı sesi, üslup, kurgu, kişileştirme, metafor, aforizma, altmetin, altyapı, arka plan ve yazmakla ve okumakla ilgili ilk kez kafa yormak durumunda kaldığım daha başka detaylar havada uçuştu. Saatler ilerledikçe ünlü yazarımızın başarıyla pazarladığı yetersizliğine ve yeteneksizliğine dair yaşanmış hikâyeleri anlayabildiğimi fark ettim. Tamamen yabancısı olduğum bir dünyanın incelikleri, Gamze ve arkadaşlarının bu dünyaya tutkuyla bağlı, inceliklere de hakim olmaları sayesinde gözümün önünde deşifre olmaya başladı. Ünlü yazarımızın kaçamak yanıtlarına artık ben de gülebiliyordum. Tekilayla Tuborg arasında adamın Meryem'in yazdığı ödevi tamamen yanlış anladığını açıklama yapmalarına gerek kalmadan anladım ve, yuh artık, diye yorum bile yaptım. Üstüne hepberaber dizlerimize şaplaklar atarak güldük.
Gamze'nin sağına oturmuş, sol kolumu tekerlekli iskemlesinin sağ kolluğuna, Gamze'nin sağ kolunun yanına dayamıştım. Hiç bilmediğim şeyleri birden anlar oldum, dedim Gamze'ye, büyü falan mı yaptın? Bu, dedi Gamze, bilinçdışıyla ilgili bir durum. Sen bilmediğini sanıyorsun ama bireye değil insanlığa ait olan ortak bir bilinç var. Sanata, ahlâka, vicdana, inanca dair insanoğlunun biriktirdiği deneyimlerden oluşan ortak bir bilinç.
Gamze'ye iyice sokulmuş dikkatle dinliyordum. Sabaha kadar dinleyebilirdim. Bilmiyordum ama biliyordum. Bilinçdışında depolanan ortak birikimler ve kurulup yıkılmış devletlerden miras kalan çıkarımlar sayesinde duyduklarımı yorumlayıp anlayabiliyordum. Öyle mi diyorsun, dedim. Öyle diyorum, dedi Gamze, ben her şeyi bilirim. Belki pek çok şeyi, dedim, ama her şeyi değil.
O sırada Hasan gelip kulağıma fısıldadı. Patron, gelebiliyorsa gelsin, bu gece kalabalık, diye haber göndermiş.
Sağlamcı adamımdır; küçük hevesler için büyük gemiler yakmam. Bende de herkeste olduğu gibi insanları parmağımda oynatabileceğime dair bir inanç vardır. Öte yandan bunun bir sanat olduğuna da inanırım. Her sanatı incelikle icra etmek gerekir; şansı ve insanları küstürmeden.
Gamze ve arkadaşlarına dönüp, ben bir gidip bakayım, dedim; grubun vereceği tepkiye göre patronu idare edecek ya da işime dönecektim, ki bu ikincisi bana kalsa tercih etmeyeceğim seçenekti. Risk aldığımın farkındaydım ama durduk yere patronla zıtlaşacak değildim. Geleceksin ama, değil mi, dedi Gamze, beni sana emanet etmişti ya o adam. Sırıttım. Kimi kime emanet ettiği konusunda anlaşamadık diye hatırlıyorum, dedim. Geleceksin değil mi, dedi Gamze bir kere daha. Hasan'ın bu sahneye tanıklık etmesi harika olmuştu. Bir bakayım da, dedim. Ne bu böyle?!? Kendimi ağırdan mı satıyordum?!? Bu gece huyum değişmişti.
Ben önde Hasan arkada kapıya gittik. Patron oradaydı. Daha ben ağzımı açmadan Hasan, abi bunu barda bekliyorlar, bu gece bundan hayır yok, dedi. Patrona havalı bir, ne diyorsan o, bakışı çaktım. İyi, dedi patron, sen dön hemen, Hasan, otoparktan Doğan Can'ı çağır. Ömer Canlar, Hüseyin Canlar, Doğan Canlar büyümüş de adam olmuştu. Şu mecburiyet ne zor iş, anlamına gelmesini umarak omuzlarımı düşürüp bara doğru yürümeye başladım. Patronun görüş mesafesinden uzaklaştıkça dikleştim, boyum uzadı, yeniden karşıkonulmaz Eyüp oldum.
Yanlarına yaklaştığımı fark ettiklerinde Gamze ve arkadaşları dönüp tuhaf tuhaf bana baktı. Böyledir. Her şey bir işarettir ve işaretlerin neyi işaret ettiğini anlıyorum, diyen kerizin önde gidenidir. İşaretler güvenlidir ama insanlara güven olmaz.
Tedirginliğimi gizlemeye çalışarak Gamze'nin yanına oturdum. Aptala yatmayı sevmem. Ben yokken buradan buz kamyonu geçmiş, dedim. Seninle ilgisi yok, dedi Gamze. Aslında var, dedi Meryem. Aslında tamamen seninle ilgili, dedi İbrahim. Ben kararsızım, dedi Yunus, size bırakıyorum.
İşin absürt tarafını sonradan anlayacaktım; dördü de doğru söylüyordu.
Aramızdaki bir geyik olarak başladı, dediler, ünlü yazarımızın derste önüne serdiğimiz yorumları gülümseyerek geçiştirmesi, tartışmalara katılım göstermeden sıyrılması, ders diye anlattığı basmakalıp tavsiyeleri, sanatın her dalına yayılmış geniş çevresine rağmen kendini özgün ve güncel tutamıyor olması, yüzeyselliğini pazarlamadaki başarısı, yetersizliğini bir ekol olarak dayatması, sonuçta bu ekolü yücelten bir kitle yaratması, daha sayalım mı, dediler. Yok, dedim, anladım, adama gıcıksınız ve gerekçeleriniz var. Anlamamışsın, dediler, birinin bu adama bir ders vermesi gerekiyor.
Kimse kimseye ders veremez. Birine ders vermeye kalkarsan en önemli dersi kendin alırsın. O gece bunu onlara da söyledim. Haklıydım ve hakkımı teslim ederken nazlanmadılar. Ama nasıl söylemeli, öyle çok birbirlerini kışkırtmışlar, ünlü yazarımızın derslerinde öyle çok bilenmişler, geyik olarak başlayan plan hakkında öyle çok kafa yormuşlardı ki, artık geri dönüşümüz yok, dediler. Sırıttım.
Kızlar nazlandığı zaman ben de onlara böyle derdim. Efendiler, dedim Gamze ve arkadaşlarına, bırakalım bu dramatik yaftaları. Siz gözünüzü karartmışsınız. İşlerin sarpa sarmasını göze almışsınız. Dedim. Belli ki babanızın adına ve şiş cüzdanına güveniyorsunuz, demedim. Ne diyeceğimi ve demeyeceğimi genellikle iyi bilirim. Başarının onda dokuzu buradadır. Gamze ve arkadaşlarının bakışlarından tüm dramatik içeriğinden sıyrılmış olarak gerçekten de artık geri dönüş olmadığını, benden hoşlandıklarını ve bana güvendiklerini okuyabiliyordum.
Yaratıcı yazarlık dersleri iki hafta sonra bitiyordu. Ünlü yazarımız gazetelerin pazar eklerine de bildirdiği gibi yeni kitabını yazmak üzere Çatalca'daki kır evine kapanacaktı. İbrahim'in teyzesi de Çatalca'da ünlü yazarımızla aynı sitede oturuyordu. Site sakinleri kimin evini garsoniyer olarak kullandığı ya da kimin evinde kaçak malları depoladığı bilinmesin diye sokaklara güvenlik kamerası konulmasını oybirliğiyle reddetmiş, bu zaafiyeti bertaraf etmek üzere site sınırlarını belirleyen duvarların ve girişin güvenliğini sıkılaştırma kararı almıştı.
İbrahim'in teyzesi sağ olsun, ünlü yazarımızın peşinden siteye gireceğiz, dediler. Evin önüne kadar takip edip garaja girdikten sonra tam arkasına park edeceğiz. Adamın yüreğine indireceksiniz, dedim. Kitap fuarlarında kendi yaptığı sıkıcı konuşmalar yüreğine inmiyorsa, buna da dayanır, dediler.
Planımıza yaratıcılık deneyi, diyoruz. Ünlü yazarımız öğrencileriyle karşılaşmış olmanın şaşkınlığını atamadan geldiğimiz aracın bagajını açıp ona Fatma Abla'yı göstereceğiz. Fatma Abla elleri ve ayakları bağlı, ağzı bantlı olarak bagajda yatıyor olacak. Çünkü hayatta Gamze'ye hayır diyemez. Çünkü çok kafa biridir ve kaçırılmış kadın numarası yapma emeğine karşılık ona ödeyeceğiniz 5 bin lirayı manikürcülük yaparak kazandıklarına ekleyip kızını Londra'ya göndermek istiyor. Neyse. Mantığı anlamış olmalısın. Mezuniyetimizi kutlamak üzere ünlü yazarımızla birlikte bir yaratıcılık deneyi yapacağız. Fatma Abla'yı da alıp ünlü yazarımızın evine kapanacağız. Bu deney için Fatma Abla'yı kaçırdığımızı, şimdi hepimizin oturup (oturmak elbette opsiyonel; ayakta ya da yatarak da olabilir), içinde bulunduğumuz durumu ister bir hikâye, ister bir romanın taslağı ya da bölümleri, ister hakemli dergiler için bir makale olarak kaleme alacağımızı söyleyeceğiz. Sonra bu metinleri hep beraber değerlendireceğiz. Ünlü yazarımızın ders diye anlattığı gevezeliklerin gerçek bir yazma deneyiminde ne rol oynadığını irdeleyeceğiz. Dediler.
Kulüpteki belirgin gürültüyü bile neredeyse bastıran bir suskunluk oldu. Adamın bundan nasıl bir ders almasını bekliyorsunuz, dedim, yazmaya tövbe etmesini falan mı? Şimdi hatırlamadığım bir iki sağlam espri döndüyse de bu konuda belirgin bir beklentileri olmadığını kabul etmek zorunda kaldılar. Böyle bir deneyim yaşadığı takdirde adamın illâ ki kendine göre bir ders çıkaracağını da ben kabul ettim.
Durum bu, dedi Gamze, ne diyorsun? Beni ciddiye alanlara ben de ciddiyetle yaklaşırım. Başınızın derde girmesini istemem, dedim. Bunu içtenlikle söylemiştim. Gamze de aynı içtenlikle sordu: Bize yardım eder misin?
Beni partiye davet etmişlerdi.
Gitmemek olmaz, diye düşündüm.