Dediklerine göre Fener topraktan kendi kendine çıktı.
Günlerce gemileri yüklediler;
anakaradan görenler oldu. Şişmiş karınlarını denizin köpüğüne yatıran gemiler,
bir yaz akşamı yola koyuldu.
Kafile ıssız sahillerden, açık
denizlerden, bazen de köylerin, kasabaların, şehirlerin önünden geçti. Görenler
işi gücü bıraktı, gözden kayboluncaya kadar arkalarından baktı.
Yolculuk haftalar sürdü. Bir
sabah tan sökerken kara göründü.
O gemilerden adam boyunda taşlar
indi; taş ustalarının bir eli tokmak bir eli keski. Demirci ustalarının yüzünde
alevin dili; merdivenler, kazanlar, dişliler, pistonlar hep dökme demirdendi.
Dülgerlerin yonttuğu ağaçlar, dizi dizi, tören kıtası askerleri misali boy boy,
bir örnekti.
Dediklerine göre genç irisi
ameleler dünyanın merkezine kadar temel kazdı. Taşı da, demiri de, kerestesi de
o temelden toprağa kök saldı.
O gece fırtına vardı.
Rüzgâr uludu, yıldırım düştü,
şimşek çaktı; yağmur bile neye uğradığını şaşırdı.
Birinci kat böyle çıktı.
Dediklerine göre ertesi gün
güneş açtı, bulut geçti; hatta bazıları koyun şeklindeydi. Güneş battıktan bir
süre sonra denizkızları şarkı söylemeye başladı. Ne zaman ki tan söktü,
martılar gökyüzüne mavi dikti, şarkılar o zaman kesildi. İnşaat tamamlanıncaya
kadar her gece bu böyle devam etti.
Tanrı denizi yarattı
Tanrı insanı yarattı
İnsan denize çıktı
İnsan denizdeyken insanlıktan çıktı
Denizcinin dini belli
Deniz fenerinin elinde kaderi
Ey denizlerin kutsalı
Ne diyor deniz dininin kutsal kitabı
Yolunu kaybedene yol gösteremem
Yolu belli olanı yolundan döndüremem
Gözünü kaçırsan da kalbindeki niyeti okurum
İpler senin elindedir, ben
onları sadece dokurum
(Çok bilinen bir denizkızı
şarkısı)
Fener'in köklerine rahatça mantarlar yerleşti. Kimi yağmur sonrası, kimi sıcak basınca, kimi keyfi gelince meyve verdi, çiçek açtı. Kiminin meyvesi şapkalıydı, kiminin çiçeği saçaklıydı. Kimini bir şeye benzetmek imkansızdı.
Bu mantarların kokusu martıları
baştan çıkardı. Bazıları kendini kurtardı ama mantarları yedikten sonra can
verip toprağa düşenler çoğunluktaydı. Dediklerine göre Fener onları yiyerek
karnını doyurdu. Büyüdü. Semirdi. Serpildi.
Gündüzleri ustalar harıl harıl
çalıştı, geceleyin Fener kendi kendine uzadı.
Bazı günler hava durgundu. Bazen
de çok sıcak oldu. Ortalık toz koktu. Deniz koktu. Yeşil soldu. Mavi boğuldu.
Birkaç hafta çiçeklerin canı
arıları çekti. Arılar bu davete hevesle icabet etti. Telaşlarından çıkan
vızıltı ağaçlara tırmandı, toprağa, damladı, suya karıştı.
Yaz ayları bunaltıcı geçmişti
ama kara kış yüzünü göstermeden önce, herkesin içini rahatlatan, her şeyi
kendiyle barıştıran yağmurların yağdığı güzel günler de oldu. Fener'in
aynalarındaki sır, ağır ağır adanın üzerine sindi.
Balıklar ara sıra kafasını sudan
çıkardı, etrafına bakındı; inşaatın sonu yakındı.
Derken (bir gün gökyüzü pırıl
pırılken), bu hummalı çalışma başladığı gibi bitti; çünkü bitmek, başlamanın
içinde gizliydi.
Ustalar onları götürecek olan
gemiye bindi. Onlar evine varmamıştı ki, Fener'e atanan ilk memurlar adaya
indi.
Memurlardan biri yaşlıydı. Öbürü
kara gözlü kara kaşlıydı.
Birinin otuz iki dişi de tamdı,
öbürü pek iştahsızdı.
Biri deniz kızı görmeyi
bekliyordu, öbürü bahar aylarında yağmur sonrası hindiba topluyordu.
Birinin rüyasını çaldılar,
öbürünün uykusuna haciz koydular.
Biri sırtını taş duvara
vermedikçe rahat edemezdi, öbürü rahat etmeyi hiç istemezdi.
Biri yıldızlara bakıp geleceği
okurdu, öbürü kitapların arasında çiçek kuruturdu.
Birinin bir zamanlar bir
çiftlik sahibi olan ama annesi, babası, üç ağabeyi öldükten sonra çiftliği
yönetemeyip batıran bir arkadaşı vardı.
Biri elmayı çakısıyla keser,
lokmayı çakının ucuna takıp ağzına atardı. Öbürü yiyecekleri çiğnemeden
yutardı..
Birisine göre dünyada herkese
yer vardı, öbürü için buralar ikisine dardı.
Birisi toprağa yatıp bulutları
seyretmeyi severdi. Öbürü toprağın altına gireceği günü beklerdi.
Birinin parası yoktu, öbürünün
karısı yoktu. Biri para hesabı yapardı, öbürü karısına mektup yazardı.
Biri içki içmezdi, öbürü balık
etini sevmezdi.
Biri genç yaşında ihtiyara
dönmüştü, öbürünün iskorbüt dişlerini dökmüştü.
Biri denizci olduğu günleri
anardı, öbürü gök gürlediği zaman kaçacak yer arardı.
Biri kendine tanrılar yapardı,
öbürü hepsini tek tek pencereden aşağı atardı.
Birisi yağmurlu günlerde deney
yapardı. Öbürü, söyle bakalım, yıldırım topraktan buluta mı çıkıyor, buluttan
toprağa mı iniyor, diye sorardı.
Birinin ayakları hep soğuktu,
öbürü hiç hasta olmazdı ama sesi biraz boğuktu.
Biri ağaçtan tabak çanak oyardı,
öbürü onun kıvrak bilek hareketlerine, ahşabın canını yakmadan ahşabı yola
getirmesine, sabrına, uysal tavrına küçümseyerek bakardı.
Biri örümcekten korkardı.
Biri panayırda ona Fener memuru
olacağını söyleyen bir falcı görmüştü.
Biri düşmanını yakın tutma
taraftarıydı, öbürü takım tutmazdı.
Birisi büyük beyaz balinayı
okumuştu, öbürü bununla övünmesini yakışıksız bulmuştu.
Deniz fenerinin duvarları
kalındı, merdivenleri dardı; soğukta daha soğuk, sıcakta nispeten soğuktu.
Ortalık rom ve tütün kokardı. Taş duvarlar boncuk boncuk terlerdi, ağaç
kirişler uykusunda karabasan gördükçe inlerdi.
Yeni memurlar geldi. Bu sefer
biri hepten keldi. Öbürü tırnaklarını yerdi.
Biri ilk iş, yanında getirdiği
domates çekirdeklerini ekti.
Biri kafaya taktı, su bulacağım
diye kuyu kazdı, öbürü öncekilerin tuttuğu seyir defterlerini okumaya kalktı.
Mevsimlerden yazdı.
Biri zaten deliydi, öbürünün bir
haftaya kalmadan delireceği belliydi.
Biri panayırda, ona çok mutlu
olacağını söyleyen bir falcı görmüştü.
Biri kuş dilinden anlardı. Öbürü
gece gündüz çorap yamardı.
Birinin sakalına yaban arıları
yuva yapmıştı. Öbürünün ağzına yalan yuva yapmıştı.
Yeni memurlar geldi. Dönüş
yolundakiler bindikleri tekneyle daha gözden kaybolmamıştı ki, biri suya
atlayıp peşlerinden yüzmeye başladı. Öbürü yerleşti, ortalığı toparladı, yemek
yaptı, sofrayı kurdu. Akıntının sahile getirip bıraktığı memur kime yenildiğini
bile anlayamadan geri döndüğünde her şey hazırdı.
Biri küfürbazın tekiydi, öbürü
bu işlerde yeniydi.
Birini ablaları büyütmüştü,
öbürü maymunların büyüttüğü bir adam görmüştü.
Birinin sol kulağı az işitirdi,
öbürü pek gayretliydi, her işe yetişirdi.
Birisi adını taş duvarlara
kazıdı, öbürü artık burada kalacaksın, beş kuruş ödeme de almayacaksın,
deseler, razıydı.
Birisi okuma yazma bilmezdi ama
denizin dilinden anlardı. Öbürü on üç sene aynı kaptanın emrinde çalışmıştı;
adamın taklidini çok güzel yapardı.
Aradan haftalar geçti. Mesaisini
tamamlayan memurlar geri döndü, yerlerine yenileri geldi. Biri hemen işe
koyuldu. Öbürü hiç iş yapmadan yoruldu.
Biri hastalık hastasıydı.
Birinin gözü yükseklerdeydi.
Biri bütün dünyayı görmüştü.
Biri merhametsizdi. Öbürü
merhamet etmek ve acımak arasında fark görmezdi.
Biri çok parası olsun isterdi.
Öbürü çok parası olsa ne yapacağını bilmezdi.
Biri öbürünün aynıydı. Bu ikisi
hep kavgalıydı. Biri öbürünün tam tersiydi; onlar zaten hiç geçinmezdi.
Biri yatmadan önce yatağın
altına bakardı. Öbürü ilk adımını hep sağ ayakla atardı.
Biri beş gün sabreder altıncı
gün müshil içerdi. Öbürü buna çok gülerdi.
Biri panayırda, yarına
çıkamayacaksın, diyen bir falcı görmüştü. Öbürü hangi yarın olduğunu
belirtmediği için falcıyı haklı bulmuştu.
Biri sakalını örerdi, öbürü bıyığını
tarardı.
Biri renk körüydü; Fener'in
kırmızısını kahverengi görürdü.
Biri iki basamaklı sayıları
aklından çarpardı.
Biri bir gün aklına esti, yok olma
numarası yaptı. Öbürü adanın her yerinde onu aradı.
Biri gözünün gördüğü hiçbir
şeyden korkmazdı. Öbürünün, yemek saatini geçirince gözü hiçbir şey görmezdi.
Biri ayakta uyurdu.
Biri iskambil kâğıtlarıyla
numaralar yapardı.
Biri, böyle bir insana dönüşmüş
olmaktan dolayı pişmandı.
Biri yanında köpeğini getirdi.
Öbürü köpeğe yeni numaralar öğretti.
Onlar gitti, yeni memurlar
geldi. Biri ilk iş bütün menteşeleri yağladı. Öbürü yapacaklarını unutmamak
için parmağına ip bağladı.
Biri yanında getirdiği domates
çekirdeklerini ekti.
Biri mızıka çalardı, öbürü
önceki hayatında Rus çarıydı.
Birinin sandığı tıka basa kitap
doluydu. Öbürü gece gündüz belâ okurdu.
Biri doğup büyüdüğü yerleri
anlatıp dururdu.
Birinin gözleri çukura kaçmıştı,
öbürü nasırından çok çekmişti.
Birinin bileği yanlış
kaynamıştı.
Biri ortada bir şey yokken soğuk
soğuk terlerdi. Öbürü yapması gereken işleri hep ertelerdi.
Birinin gözü dolardı, öbürünün
gözü dalardı.
Birinin aklına hep aynı şarkı
takılırdı. Öbürünün tiki vardı; durup dururken haykırırdı.
Biri cehenneme gitmekten
korkardı. Öbürü, ya cennet yoksa, diye korkardı.
Biri babasını tanımıyordu,
annesini hatırlamıyordu.
Biri tetanos oldu, onları almaya
gelecek tekneyi bekledi, bekledi, tekneye biner binmez öldü.
Biri adaya ayak bastığı anda
kendini evinde sandı. Öbürü döndüğü güne kadar dakikaları bile saydı.
Biri karısının resmini yanında
taşırdı. Öbürü kadının bu kadar güzel olmasına şaşırdı.
Birinin kimseye ihtiyacı yoktu.
Öbürünün böyle saçma tavırlara karnı toktu.
Biri panayırda sakallı bir
denizkızı görmüştü.
Biri kadınlardan yana boyunun
ölçüsünü almıştı.
Biri ikizinden önce doğmuştu.
Biri gözlüğünün üstüne oturdu
kırdı, öbürüne göre, zaten dünyada görmeye değer ne vardı...
Bir güneş yedi, öbürü yıldız
tükürdü.
Biri uçuruma yuvarlandı, öbürü
onu kendisi itti sandı.
Biri uçuruma yuvarlandı, öbürü
keşke ben itseydim, diye hayıflandı.
Biri uçuruma yuvarlandı, öbürü,
onu ittiğimi fark etmemiştir, diye umutlandı.
Biri babasını öldürmüştü. Öbürü
buna benzer bir oyunu tiyatroda görmüştü.
Biri derin bir pişmanlık
hissediyordu ama bu duyguya o kadar yabancıydı ki tanıyamıyordu. Öbürü kendini
bu kadar bilmeyen biri olduğu için onu kıskanıyordu.
Biri her konuda söyleyecek bir
şey bulurdu. Öbürü onu dinleye dinleye kurudu.
Biri deniz kabuğu toplardı.
Öbürünün de böyle faydasız uğraşları vardı ama kendine saklardı.
Birinin uykusu hafifti ama
uykuya dalmakta zorlanmazdı. Öbürü top patlasa uyanmazdı.
Biri hiçbir şeye tepki vermezdi.
Öbürü bunun eski bir numara olduğunu bilmezdi.
Biri küpe takardı, öbürü tavşan
kürkünden yelek yapardı.
Biri kendini ağaca astı.
Biri kendini tavana astı.
Biri kendini trabzana astı.
Biri kendini buluta astı.
Öbürü bu cesareti nereden
bulduklarına şaştı.
Biri panayırda bir avuç altın
diş kazanmıştı.
Biri panayırda kambur bir
ucubeyle güreş tutmuştu.
Biri panayırda alkol komasına
girmişti.
Biri panayırdan kuvvet şurubu
almıştı.
Biri, söylediğine bakılırsa,
panayırda tanrıyı görmüştü.
Biri panayırda çıkan kavgaya
karışmıştı.
Biri panayırda kavga çıkarmıştı.
Biri panayırda çıkan kavgayı
ayırmaya çalışırken bıçaklanmıştı.
Biri panayırda, ölmüş kardeşine
rastlamıştı.
Biri panayırda yankesicilik
yapmıştı.
Birinin rüyaları bile
gerçekçiydi. Öbürü kendini bildi bileli gerçeklere yabancıydı.
Biri çok sakardı.
Biri iyi zar atardı.
Birine uyumak zor gelirdi. Öbürü
uyanmaya bile üşenirdi.
Biri uykusunda diş gıcırdatırdı.
Biri gündüzleri düş görürdü.
Birinin bacağı sakattı, öbürü
ona tahtadan bacak yaptı.
Birinin uçan kuşa borcu vardı,
öbürü borçlu kalacağına ruhunu bile satardı.
Biri martıları avlayıp yerdi.
Öbürü açık fikirdeydi; sadece, bari pişirseydin, derdi.
Biri denizle konuşurdu, öbürü bu
işe bozulurdu.
Bir martılarla konuşurdu.
Biri uykusunda konuşurdu.
Biri ölülerle konuşurdu.
Biri kendi kendine konuşurdu.
Birinin kafasında sesler
konuşurdu.
Biri öbürüne ihtiyaç duyduğu
için öfkeliydi. Öbürü ona çok benzediği için öfkeliydi.
Biri iyimserdi. Öbürü buna çok
gülerdi.
Beni unutkandı. Öbürü, ona
haksızlık edenleri affettiği hayaller kurardı.
Biri denizi özlerdi; denizin
kokusu evine benzerdi.