- İntihar ederek onun yanına gideceğine, burada kalıp onu
beklemeni tercih ederim, dedi.
Söylediklerindeki gerçek payı, yaptığı espriyi komik
olmaktan çıkarıyordu.
Gecenin geri kalanında, içinde bir sürü gerçek payı
bulunduğu için pek de eğlenceli olmayan bir sohbete daldık. Timur'un ilgisi
samimi ama dikkatliydi; beni ne incitmek, ne korkutmak, ne cesaretlendirmek, ne
de hayal kırıklığına uğratmak istiyordu. Sabaha karşı “hadi yatalım artık,
yarın kalkamayacağız”, dediğimde ikimiz de iyice ayılmıştık ve yorgunduk.
Tavandaki gece gölgelerini seyredip dışarıdaki araç trafiğini dinleyerek uzun
süre uyanık yattım. Sekiz buçukta kendi kendime uyandım, “uyandığıma göre, d
emek ki uyumuşum”, dedim. Kalkıp çay demledim, bütün demliği balkonda tek
başıma içtim. Saat ona doğru Timur yanıma geldi, bardağını burnuma doğru uzattı
ve içindeki turuncu renkli sıvıyı işaret ederek;
- Bana lâyık bulduğun şeyi görüyorsun değil mi, dedi.
- Neden kalktın, dedim, daha erken.
- Kaldırdılar, dedi elindeki telefonu göstererek.
- Müdirehanım’ın aklına bir şey mi gelmiş gene?
- Bu sefer Biricik, dedi Timur.
- Ne diyor?
- Tarkovski’nin toplu gösterimi varmış, on birden dörde
kadar, bilet ister miymişiz.
- İstanbul’da olduğunu Kaya Bey söylemiştir herhalde.
- Bilmem, belki içine doğmuştur, dedi Timur aksi aksi.
- Bana uyar, dedim, sinemada çok iyi uykumu alıyorum ben.
- Yok vallahi, kendimden başka on dört kişiye daha yetecek
kadar Tarkovski seyrettim ben, daha fazlası için üste para alırım.
- Biricik verebilir, dedim sakin sakin.
- Ben de ondan korktuğum için bu fikrimi onunla paylaşmadım,
dedi Timur, hadi çıkıp kahvaltı edelim, karnım açıktı ve demlik kazıntısı
olmayan bir çaya ihtiyacım var.
Kadıköy iskelede oturduk, ağır ağır kahvaltı ettik. Sıra
keyif çaylarına geldiğinde Timur;
- Benim bir takım elbise almam lâzım, dedi.
- Aslında ben de bir takım elbise alsam iyi ederim, dedim,
eskiler üstümden dökülüyor.
- Ooo, o hafta bu hafta, değil mi? Nasıl gidiyor duruşmalar?
Var mı bir şeyler?
- E var ufak tefek şeyler, boşver, dedim.
Vardı tabii ufak tefek şeyler ama oradan buradan
duyduklarımla bölük pörçük bilgiler edinmiştim. Boş ver dediğim kadar vardı
çünkü anlatmaya kalksam zaten beceremeyecektim. O kadar uzun zamandır işten
uzak kalmıştım ki, merakım da, yorum ve analiz yeteneklerim de henüz kış
uykularından uyanmamıştı. İşten zorunlu olarak uzak kalmakla, benimki gibi
gönüllü ve hevesli olarak uzak kalmanın farkı buradaydı. Geri dönmek zor
olacaktı ve zaman alacaktı.
Çarşambaya kadar biraz toparlarım, diye düşünüyordum.
Pazartesi ve salı Merkez’de olacaktım; hem toplantılara katılmak, hem havayı
koklayıp bilgi edinmeye çalışmak niyetindeydim. Çarşamba günü, mahkemede ifade
verecektim.
Yargılama, zanlıların gıyabında sürüyordu. Avukatlar gaiplik
kararı çıkarmak için bekliyorlardı ama davaları düşürmeye yetecek böyle bir
karar, ancak yıllar sonra alınabilirdi. Duruşmaların seyrine bakarak, gaiplik
kararından önce bir mahkûmiyet çıkacağını düşünüyorduk. Daha doğrusu bu konuyla
şu anda benden daha çok ilgilenenler Kaya Bey’e durumu açıklıyorlar, Kaya Bey
durumu bana açıklıyor, ben de onlar ne düşünüyorsa onlar gibi düşünüyordum.
İddianame temiz ve netti. Zanlılar ortadan kaybolmuştu ama
kanun maddeleri ve topladığımız deliller öyle güzel eşleştirilmiş ve suçla
zanlılar arasında öyle sağlam köprüler kurulmuştu ki, karşı tarafın savunacağı
pek bir şey kalmıyordu. Bir mahkûmiyet kararı çıkması halinde savcılığın
tasarrufunda bulunan örgüt malları ve parası tasfiye edilecekti. Ve görünen
oydu ki, kendini hapisanenin dışına atmayı başaran onca insan, özgürlüklerinin
bedelini, sahip oldukları maddi varlıkla ödemiş sayılarak adaletin pençesinden
kurtulmuş olacaktı.
¯¯¯